Bazen gecenin ilerleyen saatlerine kadar, gözümü kırpmadan belgesel izlediğim olur.
Belgesellerden edindiğim bilgilere göre, her canlı besin zincirinin bir halkasında yer alır. Mesela, otla beslenen bizonlar, aslanlar ve diğer yırtıcılar için mükemmel bir besin kaynağı oluştururlar. Aslanlar, bu besini elde edebilmek için planlı, organize ve emek isteyen bir iş ortaya koymalıdırlar. Yani her canlı, avını elde edebilmek için mutlaka bir emek sarf etmelidir.
Hayvanlar içerisinde oldum olası hiç sevmediğim bir hayvan türü var ki, bu türe dahil olan hayvanlar etle beslenmelerine rağmen, av peşinde uçmak ya da koşmak yerine, başkalarının avladıklarından arta kalan leşlerle karnını doyururlar. Yani, yaşamlarını başka canlıların artığı olan leşleri yiyerek sürdürürler. Bahsettiğim hayvanlar, akbabalardır.
Maalesef ki, toplumumuz içerisinde de bu leş yiyicilerin karakterlerine sahip bazı insanlar mevcut. Bu karakterdeki insanlar, tıpkı leş yiyiciler gibi pusuda bekleyip, ortam oluşunca birdenbire ortaya çıkıveriyorlar.
Bunların en aktif oldukları dönem ise, acının, zulmün ve göz yaşının olduğu zamanlar. Bu türden insanlar, malesef acılardan, zulümlerden ve göz yaşlarından nemalanarak mutlu oluyorlar.
Bu günlerde, bu leş yiyiciler gene iş başındalar. Bunlar, geçen hafta ülkemizin doğu bölgesinde gerçekleşen ve ağırlıklı olarak Elazığ ve Malatya'da hissedilen deprem felaketinden de nemalanmaya kalktılar. Millet can derdinde iken, felaketten nemalanmak istediler. İçlerindeki kini kusmak için depremi kullanmaya kalkıştılar.
Hepsi de aynı karaktere sahip olmalarına rağmen, unvanları, meslekleri ve makamları farklı farklı olan bu akbabaların arasında bir bilseniz kimler yok ki. Bu akbabaların arasında, toplumun en üst tabakasından tutun da en alt tabakasına kadar, malesef her kesimden insan yer almakta...
Yaşanan deprem felaketinin sıcaklığı henüz tazeyken bile, neler yapmadılar ki bu akbabalar;
Mesela bir akbaba, Urfa'da tadilat halindeki bir hastanenin görüntülerini "Elazığ'da depremde hasar gören bir hastanenin hali" mesajı ile paylaşarak algı operasyonu yapmak istedi. Bu akbaba, gelen tepkiler üzerine de, apar topar söz konusu paylaşımı kaldırmak zorunda kaldı.
Bir başka akbaba ise, Elazığ ve Malatya'daki alevi köylerine yardım gitmediği yönünde paylaşımlar yaparak, halkın kin ve nefret duygularını harekete geçirmek istemişti. Oysa bu depremde Devlet, hiç bir zaman olmadığı kadar hızlı bir şekilde hareket ederek, alevi-sünni, Kürt-Türk, sağcı-solcu demeden her yere ve kişiye en kısa zamanda ulaştı.
Bir başka kansız akbaba ise, insanlığını kaybederek, "Pütürge 2018 seçim sonuçları % 85 RTE. Beter olun" diye paylaşım yapabilmişti.
Yine bir başkası da, "Elazığ'a da üzülecek değilim. Üstlerine çay atılınca mutluluktan kafayı yiyorlardı. Çoluğa çocuğa yazık diyeceğim ama, onların da neden doğduğu belli değil. Anaları babaları düşünmemiş ben niye düşüneceğim" gibi bir paylaşımla, insan olmadığını belli etmişti.
Sanatçı diye geçinen bir bayan ise, deprem yardımı alabilmek için depremin şiddetinin kasıtlı olarak 6.8 gösterildiğini, oysa depremin o kadar ciddi olmadığını ifade eden bir paylaşımda bulunmuştu.
Bir kesim ise, depremi fırsat bilip din adamlarına ve dine saldırmıştı.
Bu akbabalardan pek çoğunun paylaşımı Kızılay'ı da hedef almıştı. Deprem için yardım çağrısı yapan bu kurumun yöneticilerine olmadık hakaretler edilerek, kurum adeta linç edilmişti.
Bu ve benzeri eleştirilerden bazılarında, bana göre de haklılık payı vardı. Mesela, şimdiye kadar toplanan deprem vergilerinin nereye harcandığını sormak normal şartlarda vatandaşların en doğal hakkıdır.
Fakat, bu soruyu sormanın zamanı, depremin sıcaklığının henüz taze olduğu günlerde olmamalıydı. Ortada acilen çözülmesi gereken bir felaket varken, muhtaçlara yardıma koşmak yerine, birilerinin yanlışlarına kızıp yardımdan uzak durmak insanlık değildir.
Aksi taktirde, mahallede yangın varken, aynanın karşısına geçip saçını tarayan aşüftelerin durumuna düşeriz.
Yani deprem henüz olmuşken, yıkılan binalar arasında bir can pazarı yaşanıyorken, ortada yiten ümitler ve kaybedilen sevgililer varken, devletin en tepesinden en alt tabakasına kadar herkes yaraları sarmak için mücadele ediyorken, sıcak koltuklarda oturup yalan ve iğrenç haber ve paylaşımlar yaparak halkı tahrik etmek tek kelime ile vicdansızlıktır.
Böylelerine yazıklar olsun!!!
Unutmayın ki, deprem gibi afetlerin pek çok yıkıcı ve olumsuz tesiri olmasına rağmen, kişilerin ahlaki duruşunu ortaya çıkarmak gibi fonksiyonları da mevcuttur.
Bu bağlamda hemen aklıma gelen şey, 1939 Erzincan depreminde yaralılara yardım etsinler diye bir günlüğüne serbest bırakılan mahkumların, gün sonunda tek bir fire bile vermeden hapishaneye dönmüş olmalarıdır.
İşte insanlık böyle bir şeydir; kim olduğundan, statünden ve diğer tüm özelliklerinden bağımsız bi şey...
Dünyada ve ülkemizde bundan sonra da faylar kırılıp depremler olabilir, bu kaçınılmazdır. Bütün bunlar olduğunda el birliği ile bu yaraları sarabiliriz. Ancak, toplumdaki ve vicdanlardaki fay hatları kırılırsa, hiçbir kimse bu toplumu kurtaramaz.
O fay kırıkları yüzünden bütün toplum enkaz altında kalır...
Eleştirmek ve sormak tabi ki en doğal hakkımız; ama, maniple etmeden, seviyeli, ahlaki ve zamanında olmak kaydıyla...
Esen Kalın...