2020-07-27 21:37:31

DOĞU ile BATI arasında bir yerde kalmak..

YÜKSEL ERCAN

yukselercanmedyagrup@gmail.com 27 Temmuz 2020, 21:37

Son bir haftadır Ayasofya etrafında şekillenen tartışmalar doğrusunu söylemek gerekirse jelimenin tam anlamı ile içimizi acıtıyor, kime yaradığı belli olmayan boş tartışmalar dolayısı ile durduk yerde birbirlerini kırmaktan çekinmeyen kırk yıllık dostlar, tartışmanın dozunu bir anda en tepelere çıkarmakta hiç bir beis görmeyen akrabalar, Olanca güçleri ile birbirlerine hücum etmekten bir an bile geri durmayan siyasetçilere bizi sarıp sarmalayan "Doğulu ateşliliği" dolayısı ile en yakımızdakini blie kırıp dökmekten çekinmediğimiz bir dönemi yaşıyoruz.

Eserlerini yıllar yılı büyük bir keyifle okuduğumuz Amin Maalouf, "Beatrice’den Sonra Birinci Yüzyıl" kitabında ‘’Benim vatanımın bir kentler galaksisi olduğunu anlat onlara! Senin ve benim Doğu’nun ışığından doğduğumuzu ve Batı’nın bizim ışığımızla uyandığını anlat onlara! Bizim Doğumuzun her zaman karanlıklara gömülü olmadığını söyle! Onlara İskenderiye’yi, İzmir’i, Antakya’yı, Selanik’i, Krallar Vadisi’ni ve Ürdün’ü ve Fırat’ı anlat.’’diyerek Doğu ile batı arasındaki mesafeleri özetlemeye çalışıyor..

Son günlerde Ayasofya merkezli tartışmalar, kavgalar, bölünmeler, karşısındakine meydan okumalar gibi ne işe yaradığını anlayamadığımız sahneleri görünce bir anda Amin Maalouf’un ifadeleri geldi ancak bir taraftan da Doğu insanının bulabildiği her ortamda kavga etmek gibi bir alışkanlığı  izah edememenin sıkıntısını yaşamaya başladık.

Dikkat edilirse  bu coğrafyaya mensup ülkelerdeki insanların yıllar yılı bitmeyen tartışmalarının devam etmesi için artık öyle büyük problemlere gerek kalmıyor, fındık kabuğunu bile doldurmayacak meseleler bile bir anda çok büyük kavgalara dönüşmekte gecikmiyor.

Daha doğar doğmaz kendisini Ortadoğu’da hiç bitmeyen bir savaşın içerisinde bulan insanlar iletişim araçları sayesinde Batıda var olan insan haklarını, Sosyal hayatı anında görüyor dönüp birde kendi ülkesinde yaşadıklarını görüyor ve o andan itibaren de herhangi bir batı ülkesine gitmek adete bir hayat nizamı oluyor.

1960’lı yılları hatırlayalım Türkiye darbeler ile uğraşırken  kendi Başbakanını bile asmaktan çekinmeyecek bir utanç içerisinde iken batı olabildiğince hızlı bir şekilde teknoloji geliştirmeye, dolayısı ile insanını daha rahat bir hayat yaşatacak gelişmeleri ülkesine kazandırmaya çalışıyordu.

İşte ilk göç Türkiye’den başta Almanya olmak üzere sanayileşmesini  tamamlamaya çalışan Batı Ülkelerine doğru yaşanmaya başladı, Batı ülkelerinin ihtiyacı olan iş gücünün karşılanması adına bir baktık ki Anadolu’dan daha bırakın sınırları içerisinde yaşadı Vilayeti ilçe merkezini bile görmemiş on binlerce Anadolu insanı ekmek parasını kazanabilmek adına Avrupa ülkelerinin yolunu tuttu.

Takip eden yıllarda Avrupa ülkelerinde milyonlarca Türk vatandaşının batı ülkelerinin kalkınmasına fayda sağladığına şahit oluyoruz, işin daha kötüsü artık şartlar ne olursa olsun Türk insanının batı ülkelerinden geri dönme niyeti de yok.

1960’lı yıların sonunda bizim gibi pek çok ülkenin vatandaşı da Batı ülkelerine çalışmak için gittiler, Doğu insanının iş gücünü sonuna kadar savunan batı ülkeleri son 20 yıldır son derece güzel bir hayat sürerken biz maalesef yerimizde saymaya devam ettik.

İşin doğrusu bizim tarihçilerimizin, Felsefecilerimiz, Sosyologlarımızın bu durumu enine boyuna araştırması gerekiyor, Öyle ya aynı gezegen içerisinde yaşayan milyarlarca insanın bir kısmı son derece mutlu geriye kalan ise yiyecek ekmek bulamıyor .

Bu sorunun cevabı bulunmadığı takdirde sudan sebepler yüzünden başlayan tartışmalar asla durmayacak, İnsanların daha rahat bir hayat yaşama isteği de bu horoz dövüşü yüzünden sürekli ertelenmek zorunda kalacak.

Bu Coğrafyada savaşlar bitmiyor, İnsan haklarında olağanüstü sıkıntılar var, Kendi başarısızlıkları yüzünden  Emperyalist ülkelerin  uydusu olmuş ülkelerin insanları ilk çare olarak Türkiye’yi görüyor, ancak geçtiğimiz aylarda da şahit olduğumuz gibi Suriyeliler bulabildiği ilk anda da Batıya ulaşabilmenin planını yapıyor.

Dünyaca ünlü Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez Yüzyıllık Yalnızlık adlı şaheser romanında; “İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir” der.

Toprak ve insan arasındaki bağ o denli kuvvetlidir ki, bülbüle dahi altın kafes için de ‘’ille de vatanım’’ dedirtmiştir.

Toprakları yurt yapmak, İnsanları da yurt yapılan sınırlar içerisinde tutmak ve mutlu bir şekilde yaşatmak ta siyaset makamının en başta gelen görevidir.

Yoksa yaşadığımız bu  yürek burkan ama hiç bir işe yaramayan boş tartışmalar zaten bitme noktasına gelen enerjimizi bitirmekten başka hiç bir işe yaramayacak.

Bu kadar güel bir memleket varken......

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.