İ.Melih Gökçek’in istifa etmesinden sonra belediye meclisinde yapılan seçim sonrasında Gökçek’in koltuğuna oturan yeni başkan Mustafa Tuna “Nasıl olsa pazartesi günü yılbaşı tatili, mesai yok diye Milletin çoğu uyuyor, hazır mesai yokken bizde halk günü yapalım bakalım Ankara’da yaşayanlar hayatından memnunmudur.?” diyerek halk günü yapmış ve elinde defter-kalem vatandaşın taleplerini yazdıktan sonra çözüm bulabilmek adına ilgili birimlere havale etmiş.
Halk günlerinde artık kanıksadığımız “Kızıma iş, Evde hasta olan kocama sandalye, Taşeronda çalışan oğluma kadro” gibi taleplerden sonra 91 yaşındaki Ali Fuat İlgin, Belediye başkanı Mustafa Tuna’ya hitaben, "Atatürk'ü seviyorsak bu vatanı da seveceğiz. Oturduğumuz yerleri seveceğiz, bakacağız. Benim annem ve ninem, kapılarının önlerini temizlerdi, süpürürdü. Şimdi yapılan yerleri bozuyorlar. Yapmayın böyle, utanıyorum, şu yaşımda ben temizliyorum, Şu Avrupalılara Gavur diyoruz ya Vallahi temizlikte, İnsanlıkta onlar bizi geçti, Çevre temizliği konusunda onlardan örnek almamız lazım” diyerek belki de yıllardır içerisinde sakladığı bir gerçeği artık daha fazla tutamayarak itiraf etmek zorunda kaldı.
Şehirleşme ve çevre düzenlemesinde Avrupa ülkelerinden ne kadar geri kaldığımız ve bu makas aralığının hemen her geçen gün biraz daha hızlı bir şekilde arttığı şu günlerde yıllar yılı hiçbir gerçekliğe yakışmayan “Avrupalı insan gibi yaşamayı bilmez, Temizlenmeyi, şehirleşmeyi, İnsana insan gibi davranmayı bizden öğrendi” şeklindeki rivayetlerinde artık bir gerçekliğinin kalmadığı, Türk insanının da yıllar yılı itiraf edemediği bu gerçekleri de artık bulduğu her platformda yüksek sesle ifade etmeye başladı.
12 Eylül ihtilali öncesi Almanya’ya gitmek zorunda kaldığımız günlerde sabah saatlerinde evden çıkarken birkaç kişinin ellerinde son derece büyük süpürgeler ile bulunduğumuz sokağı her gün kan ter içerisinde bir baştan bir başa pırıl pırıl temizlediklerini görüp bizde de “Herkes kendi kapısının önünü süpürse mahalle temiz olur” deyimini unutmuş olmalıyız ki “Muhtemelen Almanlarım temizlik işçilerine verecek paraları yok ki sokakları mahalle sakinlerine temizletiyorlar” diye düşünmüştük.
Ondan sonrası malum, Hafta sonu cümbür cemaat katıldığımız piknik alanlarında ya yangın çıkardık, dağ gibi çöp yığınlarının oluşmasına sebep olduk, Belediyeler iyi kötü şehir merkezlerine çöp kutuları koyup “çöplerinizi ayrıştırdıktan sonra yazılı kutulara atın” dedikleri anda ilk işimiz çöp konteynerlerini ateşe vermek oldu.
Yaz mevsiminin güzel havalarında caddelerde dolaşırken marketlerden aldığımız kuruyemişlerin kabuklarını cadde-sokak neresi varsa savurmaktan bir dakika bile geri durmadık, Çöplerimizi ilgili alanlara kapalı ambalajlar ile bırakmak gibi bir gelenek varken çoğu zaman çöplerimizi evlerimizin balkonundan caddenin tam orta yerine fırlattık.
Yollarda kendi halinde uyuyan kedileri-köpekleri tekmeledik, Toplu ulaşım araçlarında yaşlılara, bayanlara, hamilelere yer vermenin insan olmayı gereken hasletlerin başında geldiğini hiç hatırlamadık, Yüksek sesle konuşmaktan asla vazgeçmedik, Meydana gelen trafik kazalarından sonra karşımızdakine “geçmiş olsun , tutanak tutup yolumuza gidelim” diyeceğimize “Lan sen kimsin” diyerek yanımızdaki beş altı kişilik bir grupla kazaya sebep veren bir kişiye saldırmaktan kesinlikle geri durmadık.
Otoyollarda araç kullanırken araçta içtiğimiz sigara izmaritini, Kola ve bilimum meyve suyu kutularını, çiğnediğimiz sakızı camdan fırlatmanın ne kadar büyük bir ayıp olduğunu asla düşünmedik, araç kullanırken sağa-sola dönüşlerde sinyal lambasını kullanmayı hep lüzumsuz bir davranış olarak kabul ettik.
Özellikle Kurban bayramlarında “Allah kabul etsin diye” kestiğimiz kurbanların kanını denize akıtmaktan vazgeçmedik, Kurbanın sakadat ve işkembesini bulduğumuz açık alanlara sermekten asla imtina etmedik.
Son dönemlerde Allah’ın evi olarak bilinen camilerin şadırvanlarında bulunan Muslukların sürekli çalınması dolayısı ile getirilen kaynak makinaları aracılığı ile muslukların çalınmasın diye kaynatıldığına da şahit olduğumuzdan bu durum karşısında ne diyeceğimizi bilemedik.
Mezarlıklara ölülerimizin başına isimleri yazılarak dikilen mermerleri bile yerinden söküp götürmeye başladık, ağaç dallarından sallanan bir top üzümü koparalım derken canım ağacın dalını boydan boya kırmaktan hiç çekinmedik.
Şehirlerin sokaklarında herkesin görebileceği yerlere “Lütfen yerlere tükürmeyiniz, Lütfen çimlere basmayınız” tabelaları asılmasına rağmen ağzındaki balgamı utanmadan-sıkılmadan caddelere tüküren saygısız-terbiyesiz bir toplum olup çıktık.
Bu olumsuzluklara yüzlerce binlerce örnek vermek mümkün, şehirlerimiz temiz değil, çünkü insanımız dürüst değil, kalbimiz kötü, niyetimiz bozuk, İşimiz yalan dolan-hile-üç kağıt, biz bu kadar olumsuzlukla uğraşırken Avrupa’nın pek çok ülkesinde noter yok, Cezaevleri de kapanacak noktalara kadar gelmiş.
91 yaşındaki Ali Kemal İlgin’in “Avrupalılara Gavur diyoruz ya, onlar bizden temiz” dediği an işin doğrusu içimiz “Cızzz” etti, ve ekledik “Avrupalıya Gavur diyorsun ya…DEME….”