Geçtiğimiz aylarda önce biraz temiz hava alalım, yorgunluk atalım, bir miktar da kafa dinleyelim diye üç arkadaşımız ile yola çıkar çıkmaz bir arkadaşımızn "Osman gazi Köprüsü’nden geçersek paranın bir kısmı falan yere, bir kısmı filan yere gidiyor. En iyisi Fatih'in yaptığı gibi arabayı karadan yüzdürelim" şeklindeki beyin yakan ve hamaset dolu tavsiyelerine duymazdan gelip, Osman Gazi Köprüsü üzerinden Bursa, Balıkesir, Manisa, İzmir ve Aydın illerimizi seri bir şekilde aşar aşmaz, kendimizi dünyanın en güzel yerleşim merkezlerinden birisi olarak gördüğümüz Muğla/Akyaka’da Azmak nehrinin kenarında, oradaki arkadaşlarımız ile güzel sohbetin ortasında bulduk.
Sohbet esnasında masada bulunanlara "Arkadaşlar ben artık bildiğiniz Yüksel Ercan değilim, çok değiştim çok" diye pehlivan tefrikalarından birisini daha anlatmaya başlamıştım ki oradaki bir arkadaşımız “Çok iyi, madem sen değişime açıksın o zaman 50 tane midye söylüyorum hep beraber tadına bakalım" dediğinde hayatında midyeyi sadece fotoğraflarda gören birisi olarak anında, "Tamam değiştik ama birden bire bu kadar fazla değişim bize sıkıntı verir. Bu kadar değişimin içerisinde Yüksel Ercan’ın içerisinde ki statüko demekki yerli yerinde duruyor, size afiyet olsun" temennilerinde bulunduk.
Dünyanın en muhteşem yerlerinin başında geldiğine inandığımız ve amcaoğlu Mustafa Ercan vesilesi ile farkına vardığımız Muğla/Akyaka’dan döndükten sonra, bir pazar günü öğlen saatlerinde şehrin caddelerinde yürüyoruz.
Sokaklar kalabalık, trafik hafta içine nazaran biraz daha sakin.
Anne babalar, ellerini bırakıp sağa sola kaçmaya çalışan çocuklarını başta trafik kazası olmak üzere karşı karşıya kalabilecekleri çok sayıda kaza belaya uğramasınlar diye ellerinden, daha da önemlisi göz mesafesinden kaçırmamaya çalışıyorlar.
O ara yanımızdan geçen 40 yaşlarında bir vatandaşımızın iki üç adım attıktan sonra caddede yürüyen hemen herkesin duyabileceği yüksek bir ifade ile ‘Yüksel başkanım, Yüksel başkanım’ diye bağırdığını duyunca dikkatler bize yöneliyor.
Kalabalık, bu ifade dolayısı ile dikkatlerini bize yöneltiyor ancak bizi herhangi bir büyükşehir ya da ilçe belediye başkanına benzetemediklerinden gündelik hayatlarına devam ediyorlar.
Büyük bir samimiyet ve içtenlikle bize sarılan dostumuz kendisini tanıttıktan ve hangi vesile ile bir arada olduğumuzu jet hızı ile anlattıktan sonra, “Yüksel başkanım yıllar sizi çok olgunlaştırmış. Büyük bir değişime uğramışsınız, sizi zaten köşe yazılarınız ve sosyal medya aracılığı ile sürekli takip ediyorum. Çok uzun yıllar sonra karşılaşmak, selam vermek, sarılmak bu güne nasipmiş” dedikten ve ayaküstü 15 dakikalık bir sohbetten sonra, en kısa sürede tekrar bir araya gelmek kaydı ile vedalaşıp ayrıldık.
Bize saygıda ve sevgide kusur etmeyen dostumuz son derece samimi iltifatlarını aslında "Sayın Yüksel başkanım geçen yıllar seni perişan etmiş. Kafanda saç, ağzında diş kalmamış. Muhtemelen gözlerin de eski yıllara göre görme yetisini kaybetmiştir. Yani bu hayat seni iyiden iyiye yormuş, kendine dikkat et. Bundan sonrası için kalan zamanını da daha iyi şartlarda geçir" şeklindeki söyleyeceklerini daha diplomatik bir lisan ile söylemiş gitmiş.
İnsan bir şekilde hemen her gün gördüğü kişi ya da kişilerdeki fiziki değişimleri kolay kolay fark edemiyor ancak çok değil iki yıl üç yıl yıl görmediği birisini gördüğünde, o insandaki fiziki değişikliği ve yılların tahribatını son derece açık bir şekilde görebiliyor.
Bizim yaş grubumuzdaki akranlarımızı ve onlardaki fiziki değişimleri elden geldiğince gözlemlemeye çalışıyoruz.
Yıllar zaten herkese aynı müsamahayı göstermiyor.
Ekonomik şartları daha iyi olan ve bu şartlar dolayısı ile kendine diğer vatandaşlardan biraz daha iyi bakabilen, insan vücuduna daha faydalı gıdaları alan, olumsuz iş ve çevre koşullarlından fazla etkilenmeyenler fiziki yapılarını yıllara sarih olarak biraz daha diri tutabiliyorlar.
Bir de dünyaya yoksul gelen ve bütün çabalarına rağmen yoksulluk sarmalından kendisini bir türlü kurtaramayan, sabah gün ağarırken işe giden, gece yarılarına kadar da işinden dönemeyen ancak bu kadar çok çalışmasına rağmen kendisini, eşini, çocuklarını ancak doyurabilen insanlarımız mevcut.
Bir de halk arasında kavruk olarak tanımlanan insanlar görürsünüz.
Anadolu’nun hemen her tarafında rahatlıkla karşılaşabileceğiniz bu kavruk insanlar biraz da mevsim şartlarının acımasızlığından olsa gerek nerede ise simsiyah olarak görünürler.
Sözünü ettiğimiz bu insan kitlesini yaz mevsiminde Anadolu’nun güneşi yakar kavurur.
Mevsim değiştiğinde bu bahtsız insanları bu kez de kış mevsiminin ayazı yakar, kavurur, perişan eder.
Yani hangi mevsim gelirse gelsin hayat şartları insanımızı bir şekilde yakıyor, kavuruyor.
50 yaşında olan iki vatandaşımızı yan yana getirelim.
Kendisine iyi bakan ile bakamayanı karşılaştırdığımızda hayat şartları dolayısı ile kendisine iyi bakabilen birisini 50-55 yaş aralığında tasvir ederken, hayatın yorduğu 50 yaşındaki vatandaşımıza yaş 70 iş bitmiş gözü ile bakarız.
Yaşadığımız bu ölümlü dünyada elbette ki Allah’ın bize emanet ettiği vücudumuza iyi bakmak gibi bir mecburiyetimiz var.
Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi iyi gıda alamayan, evinin geçimini sağlamayı bile başarmakta zorluk çeken insanın kendisine nasıl bakacağı konusunda da fazla iyimser bir tablo çizemiyoruz.
Zaman acımasız, yıllar hiç kimseyi gençlik yıllarındaki gibi bırakmıyor.
Gençlik yıllarımızda herkesin parmakla gösterdiği, milyonlarca insanı kendisine hayran bırakan yıldızların şu andaki fiziki durumlarını da görünce yılların ne kadar acımasız olduğuna bir kez daha şahit oluyoruz.
Biz kendimiz ile ilgili olan değişimin farkına yıllar önce vardık.
O andan itibaren de fiziki yapımızı olumsuz yönde değiştiren gıdaları, bizi ruhen yıprattığına inandığımız insanları o andan itibaren hayatımızdan çıkarma kararı aldık.
Sonrası için de giden gitti hiç değilse bundan sonrası için daha sakin bir hayat yaşayalım diye elimizden gelen gayreti göstermeye çalışıyoruz.
Uzun süredir görüşemediğimiz dostlarımızın bizimle ilgili çok değişmişsin, çok olgunlaşmışın, yıllar sana zalim davranmamış şeklindeki görüşlerine de ister katılalım ister katılmayalım, bunları hayatın akışına bırakmanın daha insani bir davranış olacağı gerçeği ile de karşı karşıya olduğumuzdan, tamamını bir tebessüm ile değerlendiriyoruz.
Değişim herkes için her yaşta şart.
Ancak çok değiştim ve bütün yeniliklere açığım dediğiniz anda madem değiştin hadi ye bakalım diye önüne konulan 50 adet midyeyi gördüğünüzde, değişimin özde değil de kısmen sözde olduğunun farkına varıyorsunuz.
Ama bu durum sadece Yüksel Ercan’ın değil herkesin ortak sıkıntısı.
Aşmak lazım.