Sevgili öğretmenim, dünyaya göz açtığımda ilk anamı gördüm, ama ilk baba dedim.
Onları çok sevdim ve çok sevildim.
Benim üzerime çok titrerlerdi.
Uçan kuştan, esen yelden, tanıdığımız yâda tanımadığımız herkesten sakınırlardı.
Kimseye güvenemezlerdi.
Ama ne hikmetse o gün anlam veremediğim bir şekilde bir gün kolumdan tutup beni size emanet ettiler.
Ben önceleri ağladım, “anama” ,beni burada bırakmayın diye yalvardım ama ilk defa söz dinletemedim.
Beni en kıymetli varlıklarını, yavrularını, gözü yaşlı bir şekilde size bıraktılar ve arkalarına bakmadan çekip gittiler.
Aslında emaneti ehline teslim etmişlerdi, biraz geç fark ettim.
Ama sonra sizi çok sevdim.
Siz, bana gönlünüzle beraber sevginizi açtınız.
Başımı şefkatli ellerinizle okşadınız ama bazen de kulağımı da çektiniz.
Olsun herhalde kulaklarım bilgiye daha açık olsun diye bunu yaptınız.
Adımı biliyordum ama yazmayı sizden öğrendim.
Dinlemeyi çok sevdiğim ninnileri, masalları, okumayı sizden öğrendim.
Bizim için yaptığınız fedakârlıkları saymakla bitmez.
Hakkınızı ömür boyu ödeyemem biliyorum.
Ama kendimden çokta fazla memnun değilim.
Bana ders verdiniz belki ama ben yeterince ders alamadım mı ne?
İçinizde saklı hazinelere, definelere yeterince uzanamadım mı ne? .
Yoksa kapıları bazen kilitlediniz açamadık mı ne? .
Bazen kendi kendime bunları da sorguluyorum.
Beni imar eden sizsiniz. Sevginizle, bilginizle, ilminizle, irfanınızla yoğuran sizsiniz.
Memnunsanız eserinizden, mesele yok. Fakat memnun değilseniz, çare de sizsiniz.
Âmâ ben bazen kendimi kaybediyorum bilginiz olsun.
Kendimi bazen Cambridge ‘te John Maynard Keynesin”Para ve Faiz “ teorisinin peşinde koşarken, bazen Manhattan’da bir gökdelenin yüzüncü katında hayal peşine düşerken, bazen Karl Marks ve Friedrich Engels’in Komünist Manifestosu ile avunurken görüyorum.
Ne var ki hiç mutlu değilim ve hep bir arayış içerisindeyim.
Kendim olamadım, bir türlü kendimi bulamadım.
Benim ait olduğum yeri bulamadım, kılavuzum beni aldı götürdü bize ait olmayan diyarlara. Yitik oluşum bundan, eller aya giderken yaya kalışım bundan.
Oysa sevgili öğretmenim, ruhunuzun ve yüreğinizin derinliklerinde saklı kalmış Yunus’un ve Mevlana’nın insan sevgisinden kana kana içirebilirdin beni.
Bu sevgi ışığıyla karanlıkları aydınlığa çevirerek, mutlu ve barış dolu bir dünyanın temellerini atabilirdim.
Terör, anarşi, kan ve gözyaşının hüküm sürdüğü dünyayı sevgimle terbiye edebilirdim.
Oysa beni imar ederken, şehirlerimizi imar eden
Mimar Sinan’ın taşa ruh üfleyen deruni sanat anlayışı ile yoğurabilseydin, bugün şehirlerimiz ruhsuz ve kimliksiz birer beton yığını haline gelmezdi.
Oysa beni, yaşadığı çağda tam bilinememiş, iki yüz sene sonra ancak anlaşılmış, kendinden sonra gelen tüm ilim adamlarına yol göstermiş Farabi, İbn-i Sina, Ali Kuşçu gibi bilim adamları ile tanıştırabilseydiniz bugün Matematik, Tıp, Mantık, Astronomi alanında dün olduğu gibi bugünde söz sahibi olurdum.
Şehirleri yakıp yıkmak için değil, mamur etmek için; insanları bombalarla parçalamak için değil, yaşatmak için bilimi, insanlığın hizmetine sunabilirdim.
Ve fakat öğretmenim, isyanım size değil kendimedir. İnsanlığın içine düştüğü bu çaresizliği yıkılışı, gördüğüm için yüreğim tutuşmuş, kavruluyorum.
Kendimi sorguluyorum, sorgularken varlığıma şekil veren sizlere de sitem etmeden geçemiyorum.
Sakın yanlış anlamayın sizi çok seviyorum .”Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum “diyen bir anlayışın mirasçısı olan ben, bana öğrettiklerinizi inkâr edersem çarpılırım.
Kâinat bir kitap, elime alıp okurken, bu mektubu size bugün “Öğretmenler Günü’nde” yazarken, bana okumayı ve yazmayı öğreten sizi çok seviyorum diyorum ve altına imzamı atıyorum.