Bizim memlekette, yerine getirilmesi gereken hangi işlem varsa tamamı sözünü edeceğimiz iki havaya göre daha doğrusu havanın sonrasına ötelenir, bunlardan birisi Ramazan ayı diğeri de seçim dönemidir.
Türkiye’de daha mübarek Ramazan ayının birinci gününden itibaren kimin kiminle herhangi bir işi varsa muhatabından alacağı cevap “acele etme hele bir şu Ramazanı bitirip Bayrama çıkalım ,ondan sonrasına o zaman bakarız” şeklinde oluyor.
Ramazan ayında vatandaş genellikle akşam saatlerinden itibaren iftar sofrasında görmek istediği yemek çeşitleri ile iftar sonrasında büyük bir keyif ile mideye indirmeyi düşündüğü güzelim tatlılar ile meşgul olduğundan “alacak-verecek-imza-hak ediş” gibi hayati meseleleri asla görmez ve yukarıda da belirttiğimiz gibi “Hele bir mübarek Ramazan geçsin bakarız” durumuna geçer.
Memlekette işin yokuşa sürüldüğü zamanların diğeri de seçim sürecidir, Şartlar ne olursa olsun ülke bir kere seçim sürecine girdimi başta “Bürokratlar” olmak üzere hiç kimse işine bakmaz, yaptığı işi rolantiye alır, nazlanır, hangi konu ile ilgili olursa olsun muhataplarına”-kardeşim seçime gidiyoruz, önümüzü göremiyoruz,dur bakalım, hele bir şu seçim geçsin, ufkumuz açılsın, senin işine de bakarız” diyerek gözlerden uzak yerlere kaybolmanın yollarını arar durur.
İşte şimdi tam o günlerdeyiz işin daha da önemlisi bu süreçte hem mübarek ayını hem de Seçimi birden göreceğimiz için işine gelmeyen görevleri yapmak istemeyenlere sanki mili piyangodan ikramiye çıkmış gibi keyiflenen milyonlarca insan olduğunu biliyoruz.
Böylesi zamanlarda yani seçim süreçlerinde Siyasi fikri ne olursa olsun, kamu yönetimine bulaşanlar Ankara'da inanılmaz bir değişime uğruyorlar. Adeta genetik şifreleri yeniden kodlanıyor. Ve "bürokratik refleks, bürokratik şovenizm, bürokratik oligarşi" olarak adlandırılan yapı karşımıza çıkıyor.
Milletten yetki alan ve millete hesap veren siyasi iktidarla birlikte çalışması, siyaset kurumuna alternatifler, çözümler, projeler üretmesi gereken bürokratlar, odalarına kapanıyor, kendi dar camialarına sıkışıp kalıyor, hayatın gerçeklerinden kopuyor, ayrı birer dukalığa dönüşüyorlar. Zaten halletmeleri gereken işi yokuşa sürüp, kendilerine minnet duyulmasını bekliyorlar, bu ortamı ustaca yaratıyorlar ve kişisel kariyer planlamalarını ellerindeki devlet gücünü kullanarak gerçekleştiriyorlar.
Peki Bunu nasıl yapıyorlar? Tabii ki zamana ve kişiye göre icraat yeteneği geliştirerek. Bir başka ifade ile "Kimin sorununu çözersek istikbalimize olumlu etkisi olur?" sorusuna göre şekil alıyorlar. Hayatın ve küresel sistemin dinamizmini ıskalıyorlar, nitelik değiştiren problemleri göremiyorlar, sadece ellerindeki imza ve paraf yetkisinin arkasına saklanarak vaziyeti idare ediyorlar.
Bürokratik deformasyona rağmen ayakta kalmayı başarıyorlar mı? Evet. Hesap verebilirlikleri sınırlı olduğu, yetkili ama sorumsuz kalabildikleri, ehliyet ve liyakat eksikliklerini siyasi ilişkileri varmış algısı ile telafi ederek kendilerine her dönemde yol açmayı başarıyorlar.
Bizim bu anlatmaya çalıştığımız tespit ve eleştirilerin her hangi bir siyasi parti ile doğrudan ilgisi yok. Neden? Çünkü devlet hakiki manada sivilleşmedi de ondan? Devlette makam sahibi olup, milletin beklenti ve ihtiyaçlarına göre hizmet etmek yerine kendisi de bir başka şekilde devlet karakteri kazandığı için bütün bu sıkıntılar yaşanıyor.
Kendilerini daha çok yeni döneme göre hazırlayan bu kitle dolayısı ile işler tam anlamı ile kilitlenmekten kurtulamıyor,Türkiye çok partili hayata geçeli nerede ise 70 yıl olacak, aradan geçen 70 yıllık zaman dilimi içerisinde çok sayıda seçim oldu,pek çok siyasi parti iktidara geldi, iktidarda az kalan siyasetçi oldu çok kalan siyasetçi oldu, Ancak o günde bu günde bizim gördüğümüz kadarı ile siyaset kurumu Bürokrasinin egemenliğinden asla kurtulamadı.
Bürokrasinin siyaseti ve siyaset kurumunu iyi noktalara doğru yönlendirmesi gerekiyor, ancak dün A partisinin bayraktarlığını yapan bürokrat o parti iktidardan gider gitmez bir zaman peşinden koştuğu siyasetçilerin telefonuna bile çıkmıyor.
Bürokratı şaşırtan ve zorda bırakan siyasetçilerin başında rahmetli Süleyman Demirel geliyordu, Zaman zaman “6 kere gittim 7 kere geldim” diye açıklamalar yapan Rahmetli Demirel’in iktidardaki dönemlerinde, iktidardan muhalefete düştüğü zamanlarda, Muhalefet sonrasında tekrar iktidara geldiğinde bürokrasinin nasıl bir değişime uğradığını birkaç kez kendi ağzından dinlemiş bir gazeteci olarak Bürokrasinin durumunu çok net bir şekilde tahlil edebiliyoruz.
AK Parti gibi 03 Kasım 2002 tarihinden itibaren üstelik son derece fazla milletvekili ile güçlü bir şekilde olan bir iktidar bile bugünlerde bürokrasiden yakınıyor ise siz söyleyin muhalefet partilerinin durumunu hesap edin.
Biz öteden beri seçim sürecinin başladığı günden seçimin tamamlandığı hatta iktidara gelen partilerin güvenoyu aldıkları zamana kadar takvim yapraklarının yok sayılması gerektiğini savunur dururuz, Zira yazımıza başlık olan “Hele şu seçim bitsin” anlayışı dolayısı ile zaten kimse işini yapmıyor, o günleri yok sayıyor, Bürokratın yok saydığı günleri vatandaş neden mevcut olarak görsün ki.?