Hatırlayanlar vardır 1989, Türk Milliyetçileri ve ülkücüler için önemli dönüm noktası olmuştu. Yerel seçimlerde Yozgat, Elazığ, Erzincan ve Kırıkkale il belediyeleri ile yüze yakın ilçe belediyesi MÇP'li adaylar tarafından kazanıldı. Erciyes Zafer Kurultayı, MÇP'nin hamle yapmasının etkenlerindendir. Ülkücülerin bir araya gelerek, Türkiye'nin geleceğine mühür vurma kararlılığının sergilendiği yer olmuştu.
1991 ittifak seçimleri ile TBMM'ye giren MÇP, Türkeş ile Erciyes'te artık yüz binleri topluyordu. Bir nevi Ergenekon'dan yeniden çıkıştı Erciyes... Yılın birkaç gününü Tekir Yaylası'nda geçirmek, dostları ile bir araya gelmek isteyenler sadece Türkiye sınırları içinden değil, yurt dışından da gelerek görkemli manzaranın haklı onurunu yaşıyordu.
Bizde hayata geçtiği günden “ Artık Kurultay yapılmayacak” denilen tarihe kadar hemen her kurultaya katıldık, “bir yıl sonra tekrar görüşmek üzere” diye ayrıldığımız arkadaşlarımızla yeniden bir araya gelmenin keyfini yaşadık, özlem giderdik.
En son Erciyes Zafer Kurultayının tamamlanması ile birlikte Kurultaya beraber katıldığımız Kemalettin Tulgar ve Metin Aydur ile birlikte İstanbul’a geri dönme hesabı yaparken Anne-Babası Sivas’ta yaşayan Metin Aydur “Arkadaşlar Kayseri’ye kadar geldik, yarın pazartesi öyle önemli bir işiniz yoksa, bizim memlekete gidelim, bir taraftan Sivas’ı dolaşırız, bu arada bende büyüklerimi görürüm” dediğinde Kemalettin Tulgar çoktan aracın yönünü Sivas’a doğru çevirmişti bile.
Erciyes dağının en üst noktasındaki Tekir yaylasından Kayseri merkeze inip karnımızı doyurduktan sonra Sivas-Kangal’a olan yaklaşık 200 kilometrelik mesafeyi almak ve geceye kalmamak adına Sivas’a doğru hareket ettik.
Araçtaki her üç kişide iyi sürücü olunca uzak sayılan mesafelerde bir anda kısalıyor, böylesi yolculuklarda her ne kadar Kemalettin Tulgar’dan direksiyonu kurtarmanın hiçte kolay olmadığı hemen herkes tarafından bilinse de gözlerinin kapandığı noktada “Merhamet et bizi öldüreceksin,izin ver bizde kullanalım” ısrarlarımıza da dayanamadığı zamanlar çoktur.
Araçta bir taraftan Pir Sultan Abdal’ın “Sivas Ellerinde Sazım Çalınır,/Çamlı Beller Bölük Bölük Bölünür. /Yardan Ayrılmışam Bağrım Delinir,/Kâtip Arzuhalim Yaz Yare Böyle. /Güzelim Ey Güzelim Ey Güzelim Ey” türküsü çalıyor biz bir taraftan Şair Yavuz Bülent Bakiler’in her okuduğumuzda içimizi acıtan “Sivas Hasreti “ isimli şiirindeki “Ne güzel seni sevmek böyle uzaktan /Ve seni düşünmek bir çocuk hevesiyle/Her sabah yeniden ezan sesiyle/Müslüman Müslüman uyanan şehir /Bir Selçuklu nakışında seni bulmak ne güzel/Ne güzel seni duymak bir ney sesinde/Şems-i Sivasi'nin mübarek türbesinde/Kandil kandil yanan şehir/Halayların, türkülerin çağırır beni uzaktan/Yüreğim hep Mısmıl ırmak gibi tertemiz/Nerde Çifte Minare'miz, Gök Medrese'miz/Ey sımsıcak dualarla maziyi anan şehir/Alacakaranlıkta yoksul kağnılar/Ağlar inim inim senin yerine/Tozlu sokaklarına, kerpiçten evlerine/Bakarak kendinden utanan şehir” dizelerini okuyoruz, hüzünleniyoruz.
Akşam saatlerinde henüz hava kararmadan Metin Aydur’un ailesinin yaşadığı Kangal yakınlarındaki köye ulaştık, Köy dediğimiz yaklaşık 30 haneli, elektriğin, doğalgazın, Bakkalın, manavın, Köy kahvesinin olmadığı, Su akan çeşmenin de evin dışında olduğu bir yerleşim alanı.
Henüz hava kararmamış, dolayısı ile Köyde var olan çok az sayıdaki yaşlı amcalar yapacak başka bir işleri olmadığından alınlarını artık bölgeyi terk etmeye çalışan akşam güneşine sırtlarını da “Çeper” diye bildiğimiz duvara yaslamış bir durumda memleket meselelerini konuşuyorlar.
Akşam olup Metin Aydur’un annesinin hazırladığı muhteşem yemeği yedikten ve artık iyiden iyiye ağırlaşan göz kapaklarımıza hakim olamadığımızın farkına varınca Sivas’ın serin ve oksijeni bol havasında Kemalettin Tulgar’ın traktör sesini andıran horlamasına rağmen derin bir uykuya daldık.
Ertesi sabah saatlerinde erkenden kalkıp elimizi yüzümüzü yıkadıktan ve dışarıda beş-on dakika temiz hava aldıktan sonra bizim yer sofrasında hazırlanan mübarek kahvaltı için bağdaş kurduğumuzda dikkat etik ki dışarıdan alınan iki temel gıda var birisi çay diğer şeker, geriye kalan ne varsa bir tamamı aile tarafından yetiştirilmiş yada üretilmiş.
Evin sahiplerine “Köyde bakkal göremedik, sürekli lazım olan çay-şeker yada diğer temel ihtiyaç maddelerini nereden satın alıyorsunuz, İlçe merkezine mi gidiyorsunuz.? diye sorduğumuzda bize “ Biz alışveriş için pek dışarıya çıkmayız, ayda bir kere Kangal’dan otobüs gelir, köyde kimin ne ihtiyacı varsa tek tek yazılır zaten nüfus az otobüsteki sorumlu herkesi biliyor, ihtiyaç listesi alındıktan bir gün sonra herkes ne istemişse sıra ile evlerine bırakılır” cevabını verdiler.
“Peki aldığınız ihtiyaç maddelerine ödemeyi nasıl yapıyorsunuz” sorumuza da “Biz aldığımız ihtiyaç maddelerine o an para vermeyiz, Zaten ihtiyaç maddelerini bize getiren otobüs bütün mamulleri aynı satış mağazasından akıyor, yaklaşık 11 ay boyunca kim ne almışsa deftere yazılıyor, on ikinci ayda yani bizim mahsulümüz toplanınca satış mağaza sahibi köy meydanına gelir, Hasan bey senin bir yıl içerisinde aldığın malzemeler şu kadar paraya denk geliyor dedikten sonra bizim mahsulümüz olan Arpa yada buğdayın fiyatı belirleniyor, para yerine arpa yada buğday ne kadar tutuyorsa onu veriyoruz, yani alışverişte para kullanmayız” şeklinde bizi hayrete düşürecek cevap vermişlerdi.
Sabah kahvaltımızı bitirdikten ve hane halkı ile helalleştikten sonra “buraya kadar gelmişken Sivas merkezi görmeden gitmek olmaz” diyerek öğlen saatlerine doğru merkeze geldiğimizde öğlen ezanı okunuyordu, Öğlen namazını Ulu Camide kıldıktan sonra “sıra Sivas yemeklerinde” diyerek Metin Aydur’un tavsiyesine uyup dolaşmaya başladık.
Mis gibi kebap kokularının dışarıya vurduğu bir lokantadan içeriye girdiğimizde Sivas’a özgü Madımak çorbası-Pezik turşusu kavurması ve Sebzeli Sivas kebabından sonra kelle tatlısını da mideye indirip sade kahveleri de içtikten sonra tekrar yola koyulduk.
Karnımızda doyduktan sonra ev sahibimiz Metin Aydur “yapacağımız bir şey var burada çok meşhur “Sıcak Çermik” bölgesi var oraya da gidelim sonra İstanbul’a dönüş için yola çıkabiliriz” dediğinde kendimizi Sivas-Ankara karayolu üzerinde, il merkezine 31 km uzaklıktaki. 50 santigrat derecenin üzerinde ısıya sahip olan kaplıca suyunun kimyasal karakteristiği; florür içeren kalsiyum, magnezyum-sodyum, sülfat, hidrokarbonat ve karbonat klörürlü suyun bulunduğu Fiziksel karakteristiği; romatizma, sinir sistemi, solunum yolu, sindirim sistemi, metabolizma bozuklukları, böbrek ve idrar yolları, kan dolaşımı adale ağrılarına iyi gelen “Sıcak Çermik “bölgesine ulaştık.
Sıcak Çermik’te yaklaşık iki saat kadar kaldık, orada kaldığımız zaman boyunca suda kalmaktan dolayı üzerimize çöken açlığı bastırabilmek adına bir kez daha yemek ihtiyacı ortaya çıkınca tekrar Sivas merkeze uğrayıp Sivas’a özgü hediyelik eşyaları da tedarik eder etmez “ver elini İstanbul” diyerek Muhteşem Sivas sınırından ayrıldık.
Metin Aydur’u uzun bir süredir görmüyoruz, Kemalettin Tulgar’da Kocaeli sınırlarından çıkıp İstanbul’a yerleşince onunla da iletişim araçları dışındaki iletişimimiz kesildi, Zaman zaman Sosyal medya aracılığı ile görüşsek te bu tür sanal konuşmaların hiç kimseye faydasının olmadığı bir gerçek.
Anadolu’nun pek çok bölgesini dolaştık, hepsinde misafirperverlik, dostluk, samimiyet, güven en üst noktada, İstanbul’dan Anadolu’ya gidenlerin gördükleri misafirperverliği, Anadolu’dan gelenlere İstanbulluların gösterdiğini hiç sanmıyoruz, zira İstanbul’da dostluğun olmadığını ve yerini menfaate bıraktığını bizim kadar herkes biliyor.
Ne güzel seni sevmek böyle uzaktan / Ve seni düşünmek bir çocuk hevesiyle/Her sabah yeniden ezan sesiyle/ Müslüman Müslüman uyanan şehir
Bütün Sivaslılara ve Sivas’a gönül dolusu selam.