Gebze’ye geldiğimiz 1985 yılında önce kiraladığımız evde belli bir süre kaldıktan sonra nerede ise 20 yıldan fazla kaldığımız binaya geçtik, O zamanlar Gebze’nin nüfusu bu kadar fazla olmadığından ve göç henüz bu kadar hızlı bir şekilde başlamadığından insanı bu kadar rahatsız eden betonlaşmadan da eser yoktu.
Bizim ikamet ettiğimiz mahalle o zamanın şartlarında Gebze merkeze biraz uzak sayıldığından ve o günün şartlarında hemen her evin küçükte olsa yemyeşil ve içerisinde ağaçlar olan bir bahçesi olduğundan günün belli zamanları da bahçede geçiyordu.
O günlerde henüz aramızda olan babam bahçeye başta domates ve biber olmak üzere çok sayıda sebze fidesi dikiyor, özellikle yaz mevsiminde akşam saatlerinde evin terasında toz duman yakmaya çalıştığımız mangal ateşinde pişen kebaplara katkı olsun diye bahçeden topladığımız mis gibi sebzeler ile birlikte yediğimiz etlerin tadı o gün bu gündür damağımızda.
Günün yorgunluğundan sonra akşam üzere eve geldiğimizde bahçeye iner ayakkabılarımızı, çoraplarımızı çıkardıktan sonra elimize aldığımız hortumla bir taraftan bahçeye ektiğimiz sebzeleri, meyve ağaçlarını suluyor, günün yorgunluğundan dolayı çıkan elektriği de toprağa verip rahatlıyorduk.
Bir gün akşama doğru eve geldiğimizde o günlerde 3 yaşında olan kızımızın evin önünde bulunan toprağı kazdığını, çıkan toprağı da oyuncak olarak kullandığı küçük bir kürek vasıtası ile kafasından aşağıya döktüğünü görünce “yapma” diyecekken rahmetli babam “bırak yapsın toprak iyidir, nasıl olsa önümüzdeki yıllarda bırak kafana dökmeyi ayağını basacak toprağı bile bulamayacaksın” ikazı ile söylenmekten vazgeçtik.
Aradan yıllar geçti, Gebze birden bire nüfusu 300 binler ile ifade edilen ve Türkiye’nin pek çok il merkezinden büyük bir ilçe merkezi haline geldi, Olağan üstü bir şekilde artan nüfus dolayısı ile arsaya ve konuta daha fazla ihtiyaç hissedilmeye başlanınca mülk sahipleri teker teker evlerini kat karşılığı olarak değerlendirme yoluna gittiler.
Müteşebbisler ticari açıdan daha fazla para ve emlak kazanmak adına tıkış tıkış binaları inşa etmeye başlayınca o zamana kadar evlerin bir bölümü olarak kabul gören bahçelerde teker teker hayatımızdan çıkmaya başladılar.
O günlerde merkeze uzak olarak bilinen mahalleler bugün merkez ile birleşti, Bahçeli evler artık yok denecek kadar az, gelinen noktada vatandaşın da talebi doğrultusunda yerel yönetimler buldukları hemen her yeri asfaltlayınca ortada ayak basacak bir metre kare bile toprak kalmadı.
Bizim yaş grubumuzda olanlar hatırlayacaklardır, O dönemlerde yağmur yağdıktan sonra burnumuza mis gibi toprak kokusu gelir bizde ciğerlerimizi bu mis gibi toprak kokusu ile doldurmak adına çok büyük gayret gösterirdik.
Beton ile asfaltın bir arada olduğu bir alanda toprağında daha çok kazanç adına ortadan kalkması sonucu bugün ayağımızı basacak, günün yorgunluğundan dolayı vücudumuzda biriken enerjimizi verecek toprak maalesef yok.
Toprağın daha çok olduğu, bahçelerde mis gibi sebze ve meyvelerin bulunduğu o güzel günleri şimdi çocuklarımıza anlatmaya çalışıyoruz, Ancak çocuklar sanki aradan bir milyon yıl geçmiş ve bizim anlattıklarımız gerçek değilmiş gibi hayretler içerisinde kalıyorlar.
O günlere bir daha geri dönmenin mümkünü yok, Zaten istesek te o şartları bulamayacağımızdan bu durum hatıralarımızda sıcak bir özlem gibi duruyor o kadar, Zaman zaman bu tür bir beklentiye girdiğimizde yakın çevremizdekiler “artık devir değişti o şartlar uygun olsa da gitmezsin” diyorlar.
Eskiye özlem her geçen gün artıyor ancak o günlerin artık geriye gelmeyeceği bizim kadar herkes biliyor, Bizim çocukluğumuz yazımızın başında belirttiğimiz gibi toprak ile uğraşarak geçti, ancak bir neslin ayağını toprağa basmadan, toprağın ne demek olduğunu bilmeden bir hayat sürmesi de bizi en hafif tabir ile kahrediyor..