31 Mart tarihinde yapılan yerel seçim sonrası seçim kazanıp koltuğa oturan belediye başkanları beş yıllık dönemi “güllük gülistanlık” bir şekilde geçireceklerini düşünüyorlardı, Makam arabaları, Özel kalem müdürleri, Yapacakları olağanüstü hizmetleri seçmen ile buluşturacak “Basın ve Halkla ilişkiler birimi”, seçim öncesi “Başkan seçildiğimde seni şu makama getireceğim” diye söz verdikleri eş-dost vaatlerini gerçekleştirebilmek için düğmeye basmayı düşünüyorlardı.
31 Mart tarihinde yapılacak seçimin üzerinden an itibarı ile 75 gün geçti, geçen bu 75 günlük süre içerisinde hem seçilen belediye başkanları hem de o belediye başkanına oy veren-vermeyen vatandaşların tamamı çok acı bir şekilde öğrendi ki “Belediyeler resmen batmış, batırılmış, iflas etmiş ettirilmiş”
ANAP’ın kurulmasından ve 1983 yılında yapılan genel seçimde iktidara gelmesinden hemen sonra yerel yönetimlerin daha iyi çalışabilmeleri adına bir taraftan belediyelere daha geniş yetki verilmesi bir tarafta da yerel yönetimlerin yetkilerinin olağanüstü fazlalaştırılması sonrası siyaseti düşünenler bir noktadan sonra milletvekilliğini değil belediye başkanlığını daha cazip bulmaya başladılar.
Bizim memlekette siyaset “millet ne kadar istiyorsa o kadar yapılmalı” esasına dayanıyor, yani beş yıllığına seçilen bir belediye başkanı siyaseti iyi okuyabiliyorsa 25 yıl 30 yıl 35 yıl belediye başkanlığı yapabiliyor ve b u kadar uzun bir süre belediye başkanlığı yapanlarda ikinci dönemden sonra daha fazla ekipleşme , daha dar bir kadro ile çalışma ve “kol kırılır yen içinde kalır” sözüne sadık kalarak dışarıya haber sızdırmamanın yollarını aramaya başlıyorlar.
Sayısını unuttuğumuz süre boyunca vatandaşın verdiği oylar ile belediye başkanlığı koltuğuna oturan siyasetçilerin ekipleri de kendi varlıklarını sadece ve sadece belediye başkanlarının iki dudağı arasında gördüklerinden belediye bünyesinde var olan aksaklıkları da kesinlikle dışarıya sızdırmıyorlar.
31 Mart tarihinde yapılan yerel seçim öncesi AK parti belediye başkan adaylarını büyük oranda değiştirdi, anılan tarihte seçime giren başkan adaylarının bir kısmı seçimi kazanıp belediyenin mührünü kendi partisine mensup başkanlardan aldılar, tekrar aday gösterilen belediye başkanlarının belli bir kısmı da yarışı muhalefet partilerin adaylarına karşı kaybettiler.
İşte asıl fırtına 31 Mart tarihinden sonra göreve gelen başkanların belediyelerin kasasını “Tam takır” bırakmaları üzerine koptu, daha önce iki dönem yada daha fazla seçim kazanıp makamda bulunanların borcu olsa da dışarıya sızmadığı için bilinmeyen sıkıntılar yeni başkanların görevi devralması ile ortaya saçılmış oldu.
31 Mart tarihinden sonra koltuğa oturan belediye başkanları büyük bir şaşkınlık içerisinde ister kendi partilerinden olsun ister başka partilerden olsun görevi devraldıkları başkanların belediyeleri iflas noktasına getirdiklerini, geçen günleri har vurup harman savurduklarını büyük bir üzüntü gelecek günler adına da bir o kadar endişe ile görmek zorunda kaldılar.
Böylelikle 1983 yılında 12 Eylül ihtilali sonrası demokrasiye geçişte yapılan ilk yere seçimden bu güne kadar geçen 36 yıllık süre içerisinde belediyelerin daha doğrusu belediye başkanlarının ne kadar başıboş bırakıldıkları da önümüze çıkan tablo dolayısı ile ortaya çıkmış oldu.
Son günlerde Türkiye’nin dört bir tarafından gelen haberlerin büyük bir çoğunluğu belediyelerin karşı karşıya kaldıkları ekonomik sıkıntılar ile ilgilidir, Hemen hemen tüm şehirlerdeki belediyelerin borçları ve bünyelerinde bulunan fazla personel ile ilgili haberler taraflı tarafsız, partili-partisiz herkesi derin üzüntüler içerisinde bırakıyor.
Belediyeleri partisine bakmadan denetleyen kurumların nerede ise tamamen ortadan kalkması olanlarında “aman bu bizim partimizin belediye başkanı, Bu belediye başkanı yanlış uygulamalar yapmış olsa bile ona uygulanacak yaptırımlar neticede partimizin tamamına zarar verir” düşüncesi belediye başkanlarında adeta “Kral” haline getirdi.
Yerel yönetimlerin yıllar yılı SGK yada diğer vergileri ödemediklerini zaten biliyorduk, ancak son dönemlerde belediyelerin alış veriş yaptıkları esnaflara da ödeme yapmadıkları, gereğinden fazla personel istihdamı dolayısı ile giderlerinin gelirlerinden daha fazla olması sebebi ile belediyeye ait çeklerin faktöring firmalarına kırdırılıp para aldıkları gerçeği ile karşı karşıya kaldığımız günler ile karşı karşıya kaldığımız zamanlardayız.
Türkiye son 3-4 yıldır gözle görülür bir ekonomik kriz yaşıyor, yaşanılan bu krizden belediyelerinin etkilenmemesi elbette ki mümkün değildi, dolayısı ile yurt genelinde yatırımlar durup, belediyelerin en büyük gelir kaynağı olan inşaat sektörü de durunca belediyeler en ufak ödemeleri bile yapamadılar.
Görevini çok iyi yapan belediye başkanları var ancak başında bulundukları belediyeleri borç batağına sürüklerken kendi mal varlıkları anormal ölçüde artan belediye başkanları da 31 mart tarihinden sonra sanki hiçbir şey yapmamışlar gibi aramızda rahat rahat dolaşabiliyorlar.
Bugünden tezi yok, Mevcut iktidar yerel yönetimler ile ilgili çok büyük bir reform yapmak durumundadır, Harcamalar konusunda belediye başkanlarına verilen sonsuz yetkiler geriye alınmalı, mantığa uymayan alımlar ise anında durdurulmalıdır.
Hükümet yanlış yapan belediye başkanlarını “bu benim başkanım” diye kayırmaktan vazgeçmelidir, Vatandaştan toplanan vergileri har vurup harman savuran, Çar-Çur eden belediye başkanları da yanlış yaptıkları her fiil için kanun karşısına çıkacaklarını asla unutmamalıdır.
Alınacak son derece basit önlemler ile belediyeler belli bir süre sonra içerisine düştükleri bataklıktan kurtulabilirler, Ancak bu zor durumdan belediyeleri çıkartacak ilk yöneticilerin Belediye başkanları olacağı da çok iyi bilindiğinden başkanların başı boş bırakılmamaları, hesap verebilir noktada olmaları var olan sorunların belli bir süre sonra ortadan kalkmasına vesile olacaktır.
Neticede çar çur edilen vatandaşın parasıdır.