Daha çok duygusallık içeren ama fazlasıyla yaptıklarımızdan yada yapamadıklarımızdan dolayı "Pişmanlıklar" ile ilgili yazılarımızdan sonra okuyucularımızın verdiği tepki aslında toplum olarak yıllar yılı nasıl büyük yanılgılar yaşadığımızın da bir fotoğrafı gibi duruyor.
İstediği mesleği seçemeyen, Yaşamak istediği merkezin çok uzaklarına düşen, İlk aşkı ile evlenemeyen, Siyasette beklediği noktalara gelemeyen yüzlerce okuyucumuzun ömürlerinin büyük bir pişmanlık içerisinde sürüp gittiğine şahit olduk.
İşin kötü tarafı bize geri dönüş yapan okuyucularımızın çok büyük bir bölümü de bizim gibi artık hayatının sonbaharını yaşayanlardan oluşuyor, Bizzat bizi telefon ile arayan okuyucularımıza “Artık olan olmuş bu yaştan sonra ne yerimizi, ne hayatımızı nede alışkanlılarımızı değiştirecek durumda değiliz, Bu saatten sonra sağlığımıza dikkat edip, Allah’ım hayırlı bir ölüm ver demekten başka da bir çıkış olduğunu düşünmüyoruz” şeklinde öğüt vermeyi de ihmal etmedik.
Okuyucularımıza bu şekilde öğüt verirken ister istemez farkına vardık ki ömür su gibi hatta sudan daha hızlı bir şekilde geçip gidiyor, Meydana gelen kazalar sonucu hayatını kaybedenler, toplu ölümler, eceli ile ölenler derken etrafımızda kim varsa teker teker hayatımızdan çıkıp bizi terk ediyor.
Akıllara ölüm gelince her Türk insanının böylesi zor anlarda başvurduğu yolu bizde seçiyoruz, Türkülere sığınıyoruz, Yetiştiğimiz çevrede “Türk’üz türkü çağırırız” ilkesi uyarınca kulağımıza hoş gelen bütün türküleri ayırmadan dinlememize rağmen herhangi bir yakınımızı kaybettiğimizde “Selanik içinde sala okunur /Salanın sedası dostlar cana dokunur/Gelin olanlara kına yakılır/Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver/Al başımdan bu sevdayı götür yare ver” diye başlayan Selanik türküsünü gözlerimizden akan yaşlar eşliğinde pek çok kez dinlediğimiz olmuştur.
Yıllar önce babamızın kaybı, daha 30’lu yaşlardaki kardeşimizin bir trafik kazasında hayatını kaybetmesi en sonunda da kaybına bugün bile alışamadığımız annemizin aramızdan ayrılması ile devam eden ve çok sayıda tanıdığımız insanın vefat etmesinin ardından mahalledeki camiden müezzinin “Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Rasulallah /Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Habiballah/Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Nûre Arşillah/Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Hayra Halgillah/ Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Seyyidel Evveline Vel Ahirin /Vel Hamdü Lillahi Rabbil Alemin” şeklinde okuduğu her cenaze Salası etrafımızda var olan bir tanıdığımızın daha aramızdan ayrılışının habercisi olmaya başladı.
Hayatımızın ilk 40 hatta 45 yılında Müezzinlerin camilerden okuduğu Cenaze salaları işin doğrusu bizi fazla alakadar etmiyordu, neticede bizim yaşımızın genç olmasına bizi sevenlerinde “Allah sıralı ölüm nasip etsin” şeklindeki duaları eklenince “Nasıl olsa şu sırada hastalığa ve yaşlılığa bağlı ölüm ile karşı karşıya kalan kimse yok” diye düşünürken yukarıda belirttiğimiz gibi kendi evimizden çıkan cenazelere etrafımızdan da pek çok ölüm eklenince Cenaze salalarını daha bir can kulağı ile dinlemeye başladık.
Yanlış hatırlamıyorsak eski bakanlardan Mehmet Ağar bir keresinde “Müezzin sala okumaya başlayınca kendi kendime “Acaba hangi akrabam, hangi yakın akrabam hayatını kaybetti şeklindeki soruyu daha fazla soruyorum zira artık iyice yaşlanan akranlarımız için okunan salalarda büyük bir fazlalık var” diyerek bizimde hislerimize tercüman olmuştu.
Köyden, kente göçün bu kadar yoğun olmadığı dönemlerde bilemediniz 40-50 haneli köylerde nüfus azlığı dolayısı ile ölümlerinde öyle fazla olmadığı zamanlarda müezzinlerin okuduğu aela’da bizi pek fazla yormuyor ölümlerde çoğu kez sıralı olduğundan canımız fazla yanmıyordu.
Ne zamanki köyden kente olağanüstü bir göç başladı, insanlar bir köy nüfusunun 5-6 hatta 10 katı fazla bloklarda yaşamaya başladı işte o zaman herkesin kabul edeceği gibi müezzinler daha fazla sala okumak zorunda kaldılar.
Geçtiğimiz hafta sonu başta bizim mahallenin camisi olmak üzere pek çok camiden müezzinlerin peş peşe yanık sesleri ile okudukları salaları dinledikten sonra “Mahalle sakinlerimizden falanca rahmetli oldu, Cenazesi şu gün şu saatte şu camiden kaldırılacaktır” açıklamasını dinledikçe kabul edelim etmeyelim “Ölüm” diye bir gerçeğin olduğuna her geçen gün biraz daha fazla inanmaya başladık.
35 Yaş Şiir’inin yazarı Cahit Sıtkı ölüm ile olan durumunu “Ne dönüp duruyor havada kuşlar? /Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim? /Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar? /Neylersin ölüm herkesin başında. /Uyudun uyanamadın olacak/Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında? /Bir namazlık saltanatın olacak, /Taht misali o musalla taşında.” şeklinde dizeler ile açıklıyor ve aslında ölüme ne kadar yakın olduğumuzu da son derece yalın bir şekilde bizlere hatırlatıyor.
Artık ellili yaşları yavaş yavaş terk etmeye hazırlanan bir fani olarak bizde son dönemlerde Mehmet Ağar’ın yaşadığı duygusallığı vücudumuzun her hücresinde taşıyoruz, yirmili yaşlarda 50-60 yaşlarında birisinin öldüğünü duyunca “Zaten yaşayacağı kadar yaşamış, daha ne olacak.?” dediğimiz yaşlara gelmenin ızdırabı ile camilerden gelen salayı daha bir dikkatli dinlemek zorunda kalıyoruz.
Biz bu satırları yazarken evimizin hemen yakınındaki Camiden müezzinin bir cenaze salası daha okuduğunu duyduk, Saladan sonra hayatını kaybedenin kim olduğunu var olan araç gürültüsü dolayısı ile tam olarak anlayamadık ancak isimizin Yüksel Ercan olduğuna emim olduğumuz kadar hayatını kaybedenin bizim yaşlarda birisi olduğuna eminiz.
Vaziyete göre “Selanik içinde Sala okunur/Salanın sedası cana dokunur” diye başlayan türküyü de müezzinin okuduğu Cenaze salasını da, Cahit Sıtkı’nın “Neylersin ölüm herkesin başında./Uyudun uyanamadın olacak. /Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında? /Bir namazlık saltanatın olacak, /Taht misali o musalla taşında.” şeklindeki dizelerini de bundan sonra daha fazla dinleyeceğiz ve bizim içinde bir gün Sala okunacağı gerçeğini de asla ama asla unutmayacağız.
“Her doğan günün bir dert olduğunu, İnsan bu yaşa gelince anlarmış.” dizelerini de müezzinin bizim içinde okuyacağı Salaya kadar hep hatırlayacağız.