Biz her 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramında kendimizi Edip Cansever’in o çok sevdiğimiz “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiçbir yere gitmiyor” ifadesinde buluruz, Ulu önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün dünyanın tüm çocuklarına armağan ettiği bu muhteşem bayramı bizde olabildiğince mutlu ve keyifli bir şekilde yaşıyorduk bizden sonra gelen nesilde yaşadı Allah’ın izni ile dünya durdukça gelen nesillerde yaşayacak ve yaşatacaklar.
Biz İlkokula Kars’ın Selim ilçesinin Yolgeçmez köyünde başladık,
birkaç kez daha belirttiğimiz gibi Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryollarında memur olan ve kendisinden daha üst noktadaki amirleri geldiğinde “ 65 bin 735 sicil numaralı Yol Başçavuşu Server Ercan ömrüm oldukça Devletimin emrindeyim” diye tekmil veren rahmetli babamın Selim ilçesine tayin olması ile bizim ilk okula başlamamız aynı döneme denk gelmiş oldu.
Yedi çocuklu ailenin bir ferdi olarak durumumuz pek iyi sayılmazdı,
Yedi çocuk ve bir memur maaşı ile hayat sürmek o günde zordu bu günde zor ancak babamız memur olunca biraz eski ama temiz elbiseler tabanlarına birkaç pençe atılmasına rağmen yeni gibi duran ayakkabılar vesilesi ile memur çocuğu olduğumuz kısmen fark ediliyordu.
Okula başladık, 29 Ekim Cumhuriyet bayramını anlayacak yaşta olmadığımızdan bayramı daha çok bizden büyük üst sınıftaki ağabeylerimizin kıyafetlerinden hatırlıyoruz,
Sıramızda birlikte oturduğumuz sınıf arkadaşımıza “Bu abiler neden böyle renkli ve güzel elbiseler giymişler” diye sorduysak ta oda bilmediğinden cevap alamadık.
Mart ayının ortalarında Hüseyin Eğitmen bizi topladı,
35 kişilik sınıftan bizimle birlikte 19 arkadaşımızı da bir kenara ayırdı, Ayırırken de “Bugünden itibaren 23 Nisan bayramına yaklaşık 40 gün var, sizde bayramda sınıfın önünde yürüyeceksiniz, size bayrak vereceğiz, Bayram kutlamalarını Selim ilçesinde yapacağız, sizde birkaç gün sonra dağıtacağımız üzerinde ATATÜRK resmi olan harfler ile yürüyeceksiniz, hadi bakalım göreyim sizi” dediğinde neden 19 kişiyi ayırdığına işin doğrusu bir anlam verememiştik.
Okul kapandığında eve geldim, Rahmetli annemi buldum çok kısa bir zaman dilimi içerisinde “Anne Hüseyin Eğitmen 23 Nisan bayramında bana görev verdi, üstümü başımı daha temiz giyecekmişim, saçlarım uzun olmayacak ayakkabılarım boyasız kalmayacak, Beyaz yakalığım tertemiz olacak, Önlüğümde ise bir tane bile toz olamayacak,beni her hafta saç tıraşı yapacaksınız yoksa Hüseyin Eğitmen kulağımı çekip koparacak” diye sızlanmaya başladım.
Tabi o zaman şimdiki gibi berberler yok, durumu iyi olmayan ancak nüfusu kalabalık olan ailelerin çocuklarının saçları “Koyun Kırkılığı “diye bilinen bir aletle kesilir, tıraştan sonra da Koyun kırkılığının geçtiği yerler adeta bir stabilize yol gibi görünürdü.
Bizim durumumuz o ailelere göre biraz daha iyi olduğundan rahmetli babam koyun kırkılığı yerine İstanbul’dan gelen bir arkadaşının getirdiği makine ile bizi tıraş eder, sık sık yağlanmak zorunda olan makinanın yağı bittiği an makine saçımızla birlikte saç derisini de kaldıracak bir noktada olurdu.
Hüseyin Eğitmenin çektiği kulak acısı tıraş makinasının acısından daha fazla olsa gerek ki 23 Nisan günü de dahil olmak üzere her hafta başımı babamın ellerine ve yağı zaman zaman azalan tıraş makinasına teslim eder babamda belli zamanlarda “Bu çocuk tıraş olurken bağırıp çağırırdı 4-5 tıraştır hiç sesi çıkmıyor, galiba tıraşı iyi yapıyorum” diye konuşuyordu lakin Hüseyin Eğitmenin çektiği kulaktan haberi yoktu.
Biz 22 Nisan tarihine kadar 19 çocuk ellerimizde uzun sayılabilecek bir sopa ile yürüdük durduk,
kendi kendimize çocuk aklımız ile “Hiç bu sopalar ile yürüyüş olur mu Hüseyin Eğitmende bir şey bilmiyor” diye düşündüğümüz bir akşamüzeri Hüseyin Eğitmenin “ İlkokul birler gelin buraya toplanın” çağrısı ile işin gerçeğini öğrendik.
Hüseyin Eğitmen en başa beni koydu yanıma da diğer 18 sınıf arkadaşımı sıraladı,
herkes pür dikkat “ne olacak” diye beklerken torbadan çıkardığı ve her birinin üzerinde Atatürk’ün fotoğrafın bulunduğu “MUSTAFA KEMAL ATATÜRK” yazan harfleri sıra ile dağıttı ve “Size verdiğim harfleri sakın yanınızdan ayırmayın, sabah en güzel elbiselerinizi ve size verdiğim harfler ile birlikte okula gelin hadi benim evlatlarım” dedikten sonra hepimiz tek sıra halinde Hüseyin Eğitmen’in elini öptükten sonra eveler dağıldık.
O gece nasıl uyuduğumuzu daha doğrusu uyuyup uyumadığımızı
üzerinde M harfinin bulunduğu bayrağın yerini kaç kez değiştirdiğimizi,
ayakkabılarımızı kaç kez boyadığımızı,
beyaz yakalığımızın üzerinde herhangi bir leke olup olmadığını,
o zamanlar ütü olmadığından yamalı pantolonumuzu kırışık durmasın diye bütün kardeşlerinizi yatağın üzerinden kaç saat ayırmadığımızı
unutmuş değiliz.
Ertesi sabah çok büyük bir heyecan ile uyandık, tertemiz elbiselerimizi giydik,
Annemin ve babamın elini öptükten sonra koşar adım okula geldik, daha önceden hazırlanmış araçlar ile Selim İlçesine geldik, oradaki kalabalığı ve heyecanı gördüğümüzde ağladığımızı hatırlıyoruz.
Başta ben yanımda 18 sınıf arkadaşım okunan istiklal marşı sonrasında ellerimiz havada üzerilerinde “MUSTAFA KEMAL ATATÜRK” yazan bayraklar ile yürürken nasıl büyük keyif aldığımızı asla unutmuş değiliz,
Tam bir bayram havasında geçen bütün gün sonunda eve geldiğimizde daha yemek bile yiyemeden uyumuşuz.
Sabah okula gittik Hüseyin Eğitmen hepimizi yanaklarımızdan öptükten ve “Aferim evlatlarıma, sizinle guru duydum, Siz ve sizin gibiler oldukça Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacak, Sizleri yetiştiren anne-babalardan Allah razı oldun” dediğinde de çok ama çok sevinmiştik.
İlk 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramının üzerinden çok uzun yıllar geçti,
Ancak o gün bu gündür o bayram günü ve bayram öncesi yaşadıklarımı bir kez bile unutmadım, unutmakta istemiyorum..
Bayramımız Kutlu olsun, Türk milletine ve çocuklarına böyle bir bayramı armağan eden Mustafa Kemal Atatürk’ten de Allah milyonlarca kez razı olsun.
NE MUTLU TÜRK OLANA…