Ölüm dünde bugünde hayatın gerçeği, Az yaşayanda çok yaşayanda neticede ölüm karşısında çaresiz kalıyor, bir anlamda da ölüm herkesi eşitliyor.

Bankacı olan kardeşimiz 2002 yılında geçirdiği bir trafik kazasında yaklaşık 10 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra vefat etmişti, kardeşimizin vefatından bir yıl sonra rahmetli annem “ Kardeşin Gürbüz’ün vefatından üzerinden bir yıl geçti, dolayısı ile ölüm yıldönümünde Kuran-ı kerim okutmak ve lokma dağıtmak lazım, Eskiden bizim köyde vefat edeni toprağa hangi hoca verirse bir yıl sonra o hoca kuran okurdu, dolayısı ile senin de Gürbüz’ü toprağa veren hocayı bulman lazım ki Kuran’ı o okusun” demişti.

Tabi biz rahmetli anneme “Senin uzun bir hayat sürdüğün Kars’ın Selim ilçesinin Yolgeçmez köyünde bilemedin 70 hane ve 350 kişi yaşıyordu, dolayısı ile o köyde ölümlerde nüfusa göre olduğunda caminin imamı birkaç yıl önce hayatını kaybeden herkesi isim isim hatırlıyordu, Burası Gebze 300 bin insan yaşıyor her gün 15-20 kişi ölüyor, senede binlerce insanın hayatını kaybettiği bir yerleşim merkezinde Hoca bizim kardeşimizi nasıl hatırlayacak.?” cevabını bir türlü verememiştik.

Pazar günü yakından tanıdığımız iki büyüğümüzü toprağa vermek adına cenaze namazlarına katılınca hayatın ne kadar anlamsız olduğunu herkesin bu dünyada sayılı günlerde misafir olduğunu kim ne kadar yaşarsa yaşasın eninde sonunda bu dünyadan ayrılacağını, eşini dostunu terk edip ebedi hayata gideceğini bir kez daha anlamış olduk.

Rivayete göre bir insan “Allahım bana bin yıl ömür ver” dileğinde bulunur ve yine rivayete bu dilek kabul edilir, bin yıl yaşamak için dilekte bulunan insanın 50 yıl sonra annesi, 60 yıl sonra babası, 100 yıl sonra oğlu-kızı- 150 yıl sonra torunları vefat eder, bu dünyadan ayrılır.

Vatandaş 250 yaşına geldiğinde etrafında tanıdığı tek bir arkadaşının tek bir tanıdığının kalmadığının farkına varınca eşin-dostun-akrabanın olmadığı bir dünyada bırakın bin yılı on bin yıl bile yaşamanın hiçbir anlamı olmadığını, İnsanın yakın çevresin ile insan olduğunu acı bir şekilde anlamış olur.

Bizim ömrümüzün de yarım asrı geçtiği şu günlerde hayatı anlamak açısından olup bitenlere daha ince eleyip sık dokumak gibi bir huy oluştuğunu hissediyoruz, bütün bunların üzerine geçtiğimiz günlerde “Gideceğimiz yer geldiğimiz yere daha yakın” başlıklı bir makaleyi de okuyunca şu an yaşadığımız hayat ile bundan sonraki alem ile ilgili daha detaycı olduğumuzun farkına vardık.

Sabahları uyandığımızda evin yakınındaki Camiden verilen selayı duyunca pencereyi sonuna kadar açıp “acaba bugün kim vefat etti.?” Sorusuna cevap bulmayı düşünüyoruz, Her ne kadar bizde “Sıralı Ölüm” şeklinde bir felsefe gelmiş olsa da özellikle son dönemlerde çok sık yaşanan trafik kazaları ve kalp krizlerine dayalı ölümler ortada sıralı ölüm diye bir durumun olmadığını da çok net bir şekilde göz önüne seriyor.

Cenaze namazı öncesi özellikle hayatını kaybeden kişiyi cenaze arabası eşliğinde son bir kez evinin önüne getirip helallik alınması sırasında yaşanan hadiseleri not edip yazsak sanıyoruz ki on binlerce ciltlik kitap haline gelecektir, Vedalaşma anında bayılanlarımı istersiniz, Cenazenin içerisinde bulunduğu tabuta girmek isteyenimi istersiniz, Cenazeyi tabuttan çıkartıp “hiç değilse birkaç gün oda olmuyorsa birkaç saat evde dursun “diye feryat figan ağlayanımı dersiniz, şeklindeki görüntüler her ne kadar insanın yüreğini parçalıyorsa da ölümden kaçış yoktur gerçeği bütün bu olup bitenleri anında unutturuyor.

Özellikle orta yaşlarda eşini kaybeden erkek yada kadın evdeki helalleşmeden itibaren Mezarlığa kadar hatta eşi mezarlığa indirilirken bir anda “Ben artık sensiz yaşayamam” diye ağladığında Hoca efendinin “Eşinizi çok sevdiğiniz belli o zaman sizde aşağıya inin sizi de eşinizle birlikte mezara koyalım da toprağı öyle atalım” dediğinde “öldüm bittim, sensiz yaşayamam” diye feryat edenin halini de hemen herkesin görmesi gerektiğine inanıyoruz.

Bir düşünür Ölüm ile ilgili olarak “Ölüm bir rüyadır, rüyada gibi algılanır. Birileri ölür, insanlar toplanır, bir şeyler sandıklara konur ve birileri tabutlara… Toplanıp yıkanıp paklanıp kaldırılır ve gerisi koca bir toz bulutu. Dünya, yaratılmadan önce nasıldı? Yalnızdı. İnsan da her şeyden önce yalnızdı. Rüya bittiğinde her şey başladığı yere döner. En çok acı o zaman duyulur. Ölüm tekrar algılanır, ölen tekrar ölür ve geriye bir hayatın geride bıraktığı boşluk kalır. İnsan gidenin arkasından en çok kendisine ağlar. Belki de çekilmiş bir dişin yokluğuna dilin hep gitmesi gibi, insanın aklı hep ona gider. Anılar sallantıda, işitilmiş sözler sadece geçmişte ve kulak zarında kalır.

Yitirileceğinden korkulur. Hiçbir tanık yoktur artık. Söz, kelimenin tam anlamıyla uçmuştur. İki kişi arasında geçmiş şeyleri bilen yalnızca bir kişi vardır, o da kalandır. Meydanlar dolup dolup boşalır, pencereden tanık olunur. Yalnız bırakılmış ev gibi, o da dolar ve boşalır, ama o, yakını ölen hep yalnızdır. Bazen yalnızlığımız sadece bir kişiliktir, bir kişinin olmayışının acısını çekmekteyizdir fakat o boşluk en kuvvetli ve acı veren boşluktur, doldurulamaz.

O bir kişiyi bulsak her şey tamam. Fakat ölüme çare bulunamaz. insanların birer birer yok oluşuyla, eksilir, eksilir ve kendi özüne döner. Katıksız ve yalnızdır artık. Yeni doğmuş gibi kimsesizdir. Üstünde hiçbir giysi yoktur. Şanslıysa, uzun yaşarsa en eksik, en tamam ve en çocuk haliyle ölür ve gömülür. Bir tek üstüne beyaz bir elbise giydirilir, günahsız olduğunu simgelercesine. Mezara sevdiği şeyleri götüremez ama zaten sevdiği herkes öte taraftadır.

Toprak, gidenler hiç geri gelmediği için bu kadar güzel kokar, gidenler de hep güzel anılır. Ve cennet hiç görülmediği için bu kadar güzel anlatılır.” şeklinde görüş belirtiyor.

Netice Necip Fazıl “Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber/Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber/Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun/Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!” diyerek meseleyi en geniş çerçevede özetliyor.

Ölümü öldürenlere selam olsun..

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner266

banner263