Bu dediğim okuma yılları, hatırlayabildiğim kadarıyla bin dokuz yüz altmışlı yıllara denk geliyor. Ancak, belki de halen gaz lambalarının etkisinden, onun ışığından yararlanmaya devam eden yöreler de vardır. Bu yörelerin başında da yaz aylarında göçerlerin çıktıkları dağlarda ki yaylalar vardır.
Gaz lambası, altında camdan bir hazinesi bulunan, üstünde içerisinden fitil denilen keten bir örgü geçen metalden çevirmeli bir mekanizması olan ve metal mekanizmaya yerleştirilen cam bir borusu olan bir aydınlatma aracıdır.
Gaz lambasının ilerleyen süreçlerde bir de gelişmiş ve adı Lüks olan farklı bir modeli daha çıkmıştı. O ise, alt tarafı metal bir hazine ve yan tarafında pompa dediğimiz gaza basınç sağlayan mekanik bir parçadır. Üst kısmında ise, ara bölümünde rüzgâr akımını engelleyen bir cam siperlik ve iç kısmında da Edison’un ampulü bulmaya çalıştığı sırada kullandığı ketenden yapılmış ve ısıyı alınca yanarak şişen ve ışığı önceki gaz lambasınınkinden daha fazla olan bir aydınlatma aracıdır.
Şimdilerde ilkel sayılacak bu iki aydınlatma aracını tanıttıktan sonra, sıra onların yaşamımızdaki hatta asıl önemli yönü eğitim alanımızdaki etkilerini anlatmaya geldi. Yukarıda bahsettiğim yıllarda insanların gerçekten çok zor koşullarda yaşamlarını sürdürmüş olduklarını daha iyi anlıyoruz. Bu yazı yazmamın asıl nedeni de bu yaşamı bilmeyen günümüz insanlarına geçmişin karanlık noktalarını anlatarak yaşadıkları zamanlarının değerini bilmeleri ve bu olanaklarını ilerleyen zamanlarda daha iyi koşullara yönlenmelerini sağlamaktır.
O yıllar, Anadolu’nun yaklaşık yüzde doksanının aynı aydınlanma koşullarında olduğu ve ışığın yaşamımızı ne kadar etkilediğini anlamaya çalışıyoruz. Bizim ilçe merkezimizde o yıllarda sıradan bir dere üzerinde bulunan küçük bir elektrik üretim santralinden üretilen ışıkla ilçe merkezi aydınlatılırdı. Köylerde ise, mum ışıkları, gaz lambaları ve gelir düzeyleri yüksek olan ailelerde de lüks lambaları kullanılırdı. Sürekliliği olmayan bir aydınlanma şekli ama sürekliliği olan bir eğitim vardı. Çocuklarımız o zorlu ve yetersiz koşullarda ışıktan yararlanmaya çalışıyorlardı. Işığında bile gözün görme oranı o kadar düşüktü ki, kitap ya da defterdeki yazıyı bile görmekte zorlanırdı insanlar. İlçedeki o santralin ürettiği elektrik ışığıyla bile akşam saatlerinde yine gaz lambası ışığına denk gelen bir ışık altında çalışma olanağımız vardı. Şimdilerde konuşma fırsatı bulduğumuz arkadaşlarımız bile aynı şeylerden söz ediyorlar.
Okumanın zorlukları bizim kuşağa denk gelmiş. Işığından bile yararlanamadığımız o mum ışıkları, gaz lambaları ve lüks lambaları yaşamımızın gerçekleridir. Bu gerçeklerle yaşamanın da ayrı bir güzelliği olsa gerek ki, bizim dönem çocuklarını ve gençlerini mutlak okumaya itmiştir. Aslında olanakların geniş olmasına rağmen okumanın zorluklarını şimdi daha fazla hisseder oluyoruz. Şimdiki çocuklarımızın ise, tabiri uygunsa, ’’yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında’’ misali, öğrenebilme konusunda daha fazla olanağa sahip olmalarına rağmen daha fazla zorlandıklarını gözlemliyoruz. Teknoloji bize fazla gelmeye başladı. Teknolojiyi bir başka yönden önemsediğimiz için aklımız farklı yönlerde çalışmaya başladı. Bununla beraberde öğrenmemiz zorlaştı. Oysa o gaz lambasının ışığı bile bizim geleceğimizi aydınlatmaya yetiyor da artıyordu bile.
O gaz lambalarına mahkûmken, kitabımızı, okuma araçlarımızı ve romanlarımızı bile 300 km. uzaklıktaki kentlerden getirtirdik. Ekonomisi iyi olan ailelerin çocukları o kitapları getirtir, diğer çocuklarda sırasıyla yararlanırlardı. Bencillik yoktu. Ben yoktu. Biz vardı. Benim yoktu. Bizim vardı. Şimdi öyle mi, ben varsam her şey ve herkes var. Ben yoksam hiçbir şey ve hiç kimse yok. Ne yazık ki böyle bir nesle doğru gidiyoruz. Işığın, aydınlanmanın önü açılmış ancak, öğrenme zorlaşmış ve eğitimde ayrı zorluklar yaşanmaya başlanmıştır. İnsan geçmişe takılır mı? Aslında takılmamalı. Geçmişi bilmeli, fakat geçmişe özenmemeli. Geçmişten aldığı dersle geleceğe yön vermeli. Gaz lambalarını özler olmuşuz. Gaz lambalarının geleceğimizi nasıl etkilediğini şimdilerde anlar olmuşuz. O kör ışığın ve zor koşulların aranır duruma gelmesi de işin cabası.
Gaz lambalarının ışığı altında eğitim görenler arasından öğretmenler, hemşireler, doktorlar, hâkimler, savcılar, kaymakamlar, mühendisler, bankacılar, iş insanları ve daha farklı meslek sahipleri çıkmıştır. Işığın önemini demek ki o nesil anlıyordu. O nesil kavradı ışıkla birlikte geleceğe açılan kapının anlamını. Sanırım şimdilerde o nesil işin rahatını sürüyor. Çünkü şimdi iş sahibi olmak ta meslek sahibi olmak ta oldukça zordur. Milyonlarca insanın işsiz-güçsüz ekmek derdinde olduğunu düşündüğünüzde ışığın ve ışığa kavuşmanın ne derece önemli olduğunu elbette anlıyoruz. Oysa o günün koşullarında kullanmakta olduğumuz Gaz Lambalarını şimdilerde dolap ya da vitrinlerimizde süs aracı olarak görmekteyiz.
Her bireyin istediği aydınlanmacı ışığa karışması dileğiyle!