Eserlerini büyük bir keyif ile dinlediğimiz Sanatçımız Mirkelam ‘ın "Geçip giden zamanları/Bir yerlerde bulsam/Sonra üzülsem/Üzüldüğüme üzülsem” diye başlayan “Hatıralar” isimli şarkısını dinlediğimizde aklımıza çocukluğumuzun geçtiği yerler gelir, Hatıralar gözümüzün önüne geldiğinde içimizi tatlı bir hüzün kaplar dalar gideriz.
Rahmetli babamın memuriyeti dolayısı ile Kars’ın Selim ilçesinin istasyonundayız, İlkokul birinci sınıfa İlçenin Yolgeçmez köyünde başlamış, ancak muhtemelen köyde kalmak gibi bir mecburiyet bulunduğundan ve bizde daha 6 yaşında bir ana kuzusu olarak evden pek ayrı kalmak istemediğimizden ev halkı ikinci sınıfı daha yakın bir yerde okumam için bir dizi araştırma yapma ihtiyacı hissetmişlerdi.
Böylesi bir durumda küçük çaplı bir araştırmadan sonra ilkokul ikinci sınıfa Selim istasyonuna yaklaşık 6 kilometre mesafedeki Kırkpınar köyünde bulunan ilkokula gitme kararı alınmış okula gitme günü de gelip çattığından ve karar da anında uygulamaya geçmek gibi bir mecburiyet hasıl olmuştu.
Doğu Anadolu’ya özellikle de Kars ve çevresine kar hemen her bölgeden önce yağar hem de ne yağmak ,Akşam yatağa girdiğinizde ertesi gün işinize gücünüze rahat bir şekilde gidebileceğini düşündüğünüzde sabah evin kapısını sabaha kadar hiç durmadan yağan kar sebebi ile açılmadığını anladığınızda var olan kaçınılmaz gerçek ile karşı karşıya kalırsınız.
Selim ilçesinden Kırkpınar köyündeki ilk okula gitme kararı almak kolay ancak kış şartlarının olanca acımasızlığı ile hüküm sürdüğü ve boyunuz kadar hatta zaman zaman boyunuzu bile aşan karın kapattığı alanlardan yol bulup amacınıza ulaşmakta ayrı bir maharet istiyor.
O zaman ilkokul sabahtan akşama kadar, sabahın erken saatlerinde ders başlıyor, Öğlen arası bir saat yada biraz daha fazla süren tatil sonrası tekrar başlayan ders saat 17.00 gibi sona erer, yani öğlen arasında yemek yeme gibi bir mecburiyet olduğundan şartların bu duruma göre sağlanma keyfiyeti bulunuyor.
Selim ilçesinden Kırkpınar köyüne zaten normal şartlarda araç yok, 1960’lı yılların ortalarından bahsettiğimiz bir süreçte zaten ulaşım araçlarının durumu daha iyi anlaşılacaktır, dolayısı ile bırakın minibüsü altı kilometrelik Selim istasyonu-Kırkpınar arasında üzerine binebilecek orta halli bir at arabası bulabilmek son derece lüks sayılabilirdi.
Biz okulun ilk günü büyük bir keyifle bir at arabası üzerinde okula ve yeni tanıyacağımız arkadaşlarımıza kavuşabilmek için büyük bir heyecan ve keyifle araç beklemeye başlamıştık ki Kırkpınar köyünde ikamet eden rahmetli babamın Yol çavuşluğu yaptığı Selim istasyonunda çalışan ve benimde Kirvem olan Tevfik amcanın birkaç çocuk ile birlikte bizim yanımıza doğru yaklaştığını gördük.
Yaşıyorsa Allah uzun ömür versin, ölmüşse Allah gani gani rahmet eylesin bir Kürt vatandaşımız olan kirvemiz Tevfik amca ve beraberinde bizimle birlikte dört çocuk “Çantalar elimizde-baltalar belimizde” misali boyumuz kadar karla kaplı olan yolların insan yürüyecek kadar açılmış olan bölümlerinde el ele tutmuş bir vaziyette yürümeye başlamıştık.
Kirvemiz Tevfik amcanın rehberliğinde dört çocuk altı kilometre uzaklıktaki Kırkpınar köyüne doğru çıktığımız yolda bir taraftan çetin kış şartlarında bata çıka yürürken diğer taraftan Tevfik amcanın elindeki tüfekle pür dikkat sağa sola baktığını görünce tehlikenin sadece acımasız kış şartları değil o bölgede bulunan yabani hayvanlar olduğunu da anlamış olduk.
Uzun sayılabilecek bir sürede altı kilometrelik yolu aşıp okulumuza kavuştuğumuzda eğitim göreceğimiz tek sınıflı ortasında tezek ile ısıtılan kocaman bir soba 15 çocuk ve hem okul müdürlüğü hem de sınıf öğretmenliği yapan Hüseyin Öğretmen ile baş başa kalmıştık.
Kısa bir tanışma faslından ve elimizdeki defter kitabı da sıralara koyup, temiz mendil ve okula gelmeden önce kesilmiş tırnak muayenesinden sonra ilkokul ikinci sınıf öğrencilerinin öğrenmesi gereken dersleri dinlemeye başlamıştık ki Hüseyin Öğretmen “Çocuklar öğlen tatili oldu, evlerinize gidin yemeğinizi yedikten sonra tekrar okula gelin” dediği zaman dudaklarımızdan “Öğretmenim bizim yemeğimiz yok ki nerede yiyeceğiz” sorusu döküldü.
Hüseyin Öğretmen şaşkın, biz şaşkın bir şekilde ne yapacağımızı düşünürken okulun dışında bizimle birlikte diğer çocukları da bekleyen Tevfik amcayı gördük ,Hüseyin Öğretmen kendisine “Bu çocuklar ne yiyecek, daha da önemlisi nerede yiyecek.”? sorusunu yönelttiğinde Tevfik amca mahcup bir ifade ile “Hüseyin Öğretmenim kabahat biraz bizde oldu düşünemedik, çocukları bizim eve götüreceğim artık Allah ne verdiyse bugün idare edeceğiz, hadi gidelim çocuklar” dedi ve biz on dakika sonra kendimizi kirvemiz Tevfik amcanın iki odalı 11 çocuklu yarı taş yarı kerpiçten yapılmış evinin geniş salonunda bulduk.
Tevfik amcanın eşi 11 çocukla uğraşmaktan zaten perişan olmuş, bu kadar kalabalığın içerisinde tanımadığı yarım düzine çocuğu da görmenin telaşı ile “oturun bakalım bu misafirlik biraz habersizce oldu, artık kusura bakmayacaksınız bugün Allah ne verdiyse yiyeceğiz yarın başka bir çare bulacağız” dediğinde yaklaşık 20 kişi “sini”diye bilinen yer sofrasının etrafında kümelenmiştik.
O öğlen yemeğinde Tandırda pişirilmiş lavaş ekmeğinin yanındaki deri peynirinin, suda haşlanmış yumurtanın, bostandan toplanmış yeşil soğan ve kuzu kulağının tadını aradan 50 yıl geçmiş olmasına rağmen bugün bile unutabilmiş değiliz, o kalabalıkta kıtlama şeker eşliğinde kaç bardak çay içtiğimizi hatırlamıyoruz bile, 20 kişinin birden sofrada bulunan yiyeceklerden pay almak için verdiği büyük mücadeleyi de bugün bile hatırladığımızda tebessüm ederiz.
Yemek sonrası gittiğimiz okuldan sonra akşam eve geldiğimizde evdekilere gün içerisinde olup bitenleri anlatıp yemek konusunu daha net bir şekilde çözüme kavuşturmaya çalıştığımız anlarda dolabın üzerindeki radyodan “ İçerisinde bulunduğumuz Eğitim ve Öğretim yılından itibaren öğrencilere ders sırasında ABD yardımı olan süt tozu-Kuru üzüm ve ekmek verilerek öğrencilerimizin daha sağlıklı bir şekilde yetişmesi sağlanacaktır “anonsunu duyunca Türkiye ile ABD arasında yeni bir ilişkinin başladığını da anlamış olduk.
Biz o eğitim ve öğretim yılında hava şartlarının izin verdiği her gün altı kilometrelik yolu aşıp Kırkpınar’daki okulumuza ulaşmaya çalıştık, Öğlen yemeklerinin çoğunu kirvemiz Tevfik amcanın evinde yerken ABD’den gelen süt tozu-Kuru Üzüm ve ekmeği de yemeği ihmal etmedik.
Bundan daha önemlisi Kirvemizin Kürt vatandaşı olduğunu bizimde Selim istasyonunda kaldığımız uzun yıllar boyunca Tevfik amca ve ailesinin bütün fertleri ile kardeşten daha yakın olduğumuzu bir gün bile aklımızdan çıkarmadık.
Babamın tayini vesilesi ile Selim İstasyonundan ayrılıp bizi Erzincan’a götürecek trenin vagonuna bindiğimizde başta Tevfik amca ve eşi olmak üzere çocuklarının tamamının ağladığını görünce bizimde gözyaşlarımızı daha fazla tutamadığımız anları rahmetli büyüklerimiz “ Evin yıkılsın Ayrılık” diye tarif ederlerdi.
Aradan 50 yıl geçti, hatıralar daha dün gibi, Sanıyoruz bundan altı yıl önce Selim İstasyonuna bir seyahat yaptık, orada ikamet ettiğimiz lojmanı, istasyon binasını, Kırkpınar köyündeki okulumuzu görmek istedik ancak 50 yıl önceki bize müthiş keyif veren hatıralarımızı yerle yeksan edecek değişikliklere yüreğimiz dayanmaz diye hatıralar ile dolu o alanlara gitmedik.
Mazi bir noktadan sonra herkesin kalbinde yara.