Şair Abdurrahim Karakoç’unYalnızlığın duvarına astım sazımı” diye başlayan dizelerini şiir seven herkes bilir, Yalnızlık üzerine son derece güzel dizelerin olduğu pek çok eser ile birlikte Sazın yalnızlığın duvarına asılması da bambaşka bir ifade örneği olsa gerek.

“Yalnızlık... caddede, sokakta, evde.. /Ben beni özlerim; gurbet bu derim./Mezarlıkta güler yaşlı bir dede ../Yaşarır gözlerim; gaflet bu derim.”

Eskiden, Yani İdeolojinin tavan yaptığı dönemlerde, Yani dünyayı tek başına kurtarabileceğimize inancımızın tam olduğu günlerde Yani inançlarımız ile inandıklarımızın aynı noktada buluştuğu dönemlerde, Yani Dostlukların sokaklarda üç kuruş menfaat için satışa çıkartılmadığı bir dünyada Biz sanatla, Edebiyatla, Şiirle daha çok haşır neşirken Dünya bu kadar bozulmamıştı.

Siyasetin “dünya ikbali” için değil “Allah Rızası” için yapıldığı dönemlerden bahsediyorum. Daha çok okurduk, daha fazla dinlerdik, daha az konuşurduk.

Hazar Kabardığında Türk dünyasının da kabaracağına, Adriyatik’ten, Çin seddine akacağımıza inancımızın tam olduğu günlerde.

Beyaz Saray’ın bahçesinde atımıza ot yedireceğimiz günlerin çok yakında geleceğine emin olduğumuz anlarda. Hesapsız-kitapsız idealistlikten ödün vermediğimiz günlerde.

Başbuğ Alparslan Türkeş’in Kara yolu ile Ankara’dan, İstanbul’a geçeceğini duyup gece yarılarına kadar Gebze TÜBİTAK Köprüsünün altında saatlerce “Acaba Başbuğ şu gelen aracın içindemidir.?” diye heyecandan kalbimizin yerinden çıkacağı gecelerde.

Başbuğ’u beklerken “Hani geceye salınan Türküler senin içindi” diye başlayan şiirleri avaz avaz okuduğumuz kasvetli akşamlarda. Günlerin böyle geçeceğini ve hep böyle devam edeceğini düşünürken,

Bir baktık ki simsiyah saçları olanlar beyazlaşmış, bizim gibilerin ise kafalarında tek tel kalmamış. Herkes kendisini dünyanın merkezi olarak görmeye başlamış. İdealler yerle yeksan edilmiş, ego tatmini her şeyin üzerinde kabul görmüş. Vefa ise Sanatçı Ferdi Özbeğen’in şarkısında söylediği “Bardaki sarışın kadın” haline gelmiş.

Millet olarak “Gel Ha gönül havalanma engin ol gönül engin ol” türküsünden “Hey Corc versene borç” şarkısına geçilmiş. İşte o an anladık ki Şiirin, Edebiyatın, sözün hiçbir anlamı kalmamış.

İnançlarımız olduğu yerde duruyorken inandıklarımız şekil değiştirmiş.. O aşamadan sonra “yalnızlığın” en iyi dost olduğu herkes tarafından daha fazla kabul gördüğü günler başladı. Herkes kendi kabuğuna çekildi.

Kalabalıklaşan caddeler içerisinde herkes daha bir yalnız kaldı, ”Sazını yalnızlığın duvarına astı” ve öylece kalakaldı.

Sonra “Çelik testere ile suları kesmeye başladı ve kestiği suları yıkayıp duvara asmanın mücadelesini verdi” yıllar yılı. Sonra kendi kendisine söylenmeye başladı “Güzel insanlar güzel atlara binip gitti

Makamı-Mevkisi ne olursa olsun, kartviziti ne kadar kalabalık bulunursa bulunsun şu sıralar herkes alabildiğine sonsuz bir yalnızlık yaşıyor, Milyonların içerisinde yalnız, Evde yalnız, Şehirde yalnız, Köyde yalnız en kötüsü de kendi içerisinde yalnız.

Bu kadar kalabalığın içerisinde hiç insan yalnız olurmu “diye bir soru gelebilir, bu sorunun cevabı “elbette ki insan kalabalıklar içerisinde de yalnız kalabilir” şeklinde olacaktır, Zira biraz araştırma yapıldığında yüzyıllardır yalnızlığın tarifi ile ilgili milyonlarca eser yazıldığına şahit olacağız.

Geçip giden yıllar içerisinde yani her geçen gün yalnızlık artacak, Kalabalıklar bünyesine almak istese bile insan geri geri gidiyor ve bir daha ayrılmamak üzere kendisi için mecburi istikamet gördüğü “Yalnızlar rıhtımına” demir atmak zorunda kalıyor.

Yaşadığımız yüzyıl muhtemelen “Yalnızların yüzyılı” olarak anılmaya doğru gidiyor, bu gidişi de an itibarı ile kimsenin durdurma gibi bir niyeti yok.

Öyle ise Yaşasın Yalnızların yüzyılı..

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner266

banner263