Yıllar yılı tanıdığımız, huyunu suyunu bildiğimiz insanların alışkanlıklarını tam tersi bir yöne doğru değiştirdiklerini görünce önce yadırgıyoruz, Alışkanlıklarını değiştirdiğimiz dostlarımıza tam “yahu ne yapıyorsun, ne oldu sana.?” diye sormaya niyetlendiğimizde kendimize bakıyoruz ve o andan itibaren “herkesin hayatı kendine” dedikten sonra bizimde hangi noktada değişim geçirdiğimizi yorumlamaya başlıyoruz.
Yanlış hatırlamıyorsak Sezen Aksu seslendiriyordu “Zaman sadece birazcık zaman/ Geçici bu öfke, bu hırs, bu intikam /Acılarımız tarih kadar eski /Alışkanlıklarımız bile sıradan” diye başlayan ve devam eden şarkıyı.
Geçip giden yıllar içerisinde daha rahat bir hayat sürme adına mücadele veren insan bu süre zarfında kendisinin de hoşuna giden bir takım alışkanlıklar kazanıyor,kazandığı bu alışkanlıkları günü geldiğinde terk edeceğini en azından değiştirebileceğini düşünen insan bir bakıyor ki sıradan bir hale gelen alışkanlıklarının esiri olmuş.
Hayat zor, Son derece zor olan bu hayat süresince ayakta kalabilmek önce kendisini sonrada kendisinden sonra gelen nesilleri rahatlatacak çareler düşünmeye başlayan insanoğlu istediklerinin çok az bir kısmına sahip olduğu an itibarı ile ömrünün büyük bir kısmının da geçip gittiğinin farkına varıyor.
Bulunduğu noktadan daha ileri bir yere gitmesinin artık mümkün olmadığını gören insan o andan sonra yılların kendisine kazandırdığı ve sıradan olarak gördüğü alışkanlıklarının peşine düşüyor hemen her gün tekrarlamaktan başka çaresinin olmadığını alışkanlıkları ile kardeş kardeş yaşamak zorunda kalıyor.
Biz 1980’li yılların ikinci yarısında şu an bulunduğumuz yere geldik, “İşimizi kuralım,evlenelim” diye düşünürken hiç beklemediğimiz ve istemediğimiz bir anda kendimizi siyasetin tam ortasında bulunca bugün artık terk etmekte zorlandığımız alışkanlıklarımız ile de sıra sıra tanışmaya başladık.
Hayatımızın en verimli 25 yılını alan ve bizden çok şey götüren siyaset vesilesi ile toplum tarafından ciddi bir insan olarak bilinmeye, sözüne güvenilmek zorunda olmaya, yok demenin suç sayıldığı, gece gündüz ihtiyacı olanın yardımına sorgusuz sualsiz koşmaya yönelik alışkanlıklarımız hep o dönemlerde oluştu.
Yıllar içerisinde yukarıda yazdığımız alışkanlıklara daha fazlası katılınca asla kıpırdama imkanı olmayan biraz toplumun bizi yönlendirdiği noktaya doğru gitmek zorunda kalan birazda alışkanlıklarımızın artık hayat nizamı olmasından dolayı var olan çemberin dışına çıkamayan bir noktada bulduk kendimizi.
Uzun yıllar yaşadığımız çevrenin dışında bir dünya olmadığını sandık, siyaseten edindiğimiz arkadaşlarımızdan başka bir grubun var olacağına asla inanmadık, Özellikle dini bayramlarda ev halkı ile bayramlaşmak yerine mensubu bulunduğumuz siyasi parti tarafından hazırlanan ve daha bayramın birinci günü uygulamaya konulan bayramlaşma programına katılmak gibi akıla ziyan alışkanlıklar kazandık.
Özel bir hayatımız olmadı, Rahmetli Abdurrahim Karakoç’un “Yarı aç yarı tok yaşayıverdik/Evlenmeden daha boşayıverdik/Derdi ızdırabı taşıyıverdik/ Uslu nazlı bir dünyamız olmadı” dediği zamanlar bizim için sanki alın yazısı oldu çıktı.
Büyüklerimizin yanında çocuklarımızı sevemedik, Siyasete ayırdığımız zamandan biraz kısıp ev halkı ile şöyle herkesi memnun edecek bir tatile gidemedik, En son akraba ziyaretine ne zaman gittiğimizi hatırlamıyoruz bile, akrabalarımızın bize “Yahu sen ne biçim bir insansın bir gün kapımızı açmıyorsun, böyle akrabalık olurmu..?” şeklindeki şikayetlerini hep savuşturmak zorunda kaldık.
Siyaset etme alışkanlığından kurtulup mesela sinemaya gitmeyi, tiyatro seyretmeyi, çoluk çocuk güzel bir konser dinlemeyi zaman israfı saydık, Kültürel alanlardaki etkinlikleri bir ömür boyu herhangi bir siyaset yada düşünce adamını dinlemek olarak kabul ettik, yıllar yılı onlar anlattı biz dinledik.
Birden baktık ki başta ev halkı olmak üzere yakın çevremizin bir tamamı bizden şikayetçi, işin kötü tarafı siyaseten peşine düştüğümüz dava büyüklerimizin yaptıkları yanlışları kendileri ile paylaştığımızda anında muhatabımızdan “Yüksel Ercan komünistlik yapıyorsun” cevabını alınca bir şeylerin ters gittiğini ve ters giden o alışkanlıklardan süratle kurtulmamız gerektiğinin farkına vardık.
Bizi bir ömür boyu sarıp sarmalayan ve hiçbir faydasını görmediğimiz alışkanlıklarımızdan bir anda kurtulmak elbette kolay değil ancak hayatımız zorlaştıran alışkanlıklardan vazgeçmeden rahat yüzü göremeyeceğimizde artık aşikar.
Mesela artık cüzdanımızı pantolonumuzun arka cebine değil ceketimizin iç cebine koyuyoruz, Mesela tavlada ilk zarı attığımızda gelen 5/4 şeklindeki zarı eskiye göre daha değişik oynuyoruz, Mesela önceden yemeğin sonunda yediğimiz tatlıyı artık yemek başlamadan önce yiyoruz.
Bizi yoran insanları artık hatır gönül demeden etrafımızdan uzaklaştırıyoruz, Davet edildiğimiz yerde sırf davet edenin hatırı kalmasın diye onun istediği ama bizim istemediğimiz yemekleri asla kabul etmiyoruz yani “Hatır için çiğ tavuk yeme” alışkanlığımızı da bitirdik.
Kendimize ve ev halkına daha fazla vakit ayırmaya çalışıyoruz, Bundan sonra hayatımızda olmasını düşündüğümüz dostlarımızı seçerken daha dikkatli,davranıyoruz, araç ile uzun bir yolculuğa çıkarken sigara kullanan birisi ile asla yolculuk yapmayacağımızı, yemek sonrasında eline geçirdiği kürdan ile karşısındakinin ne kadar zorda kaldığını hesap etmeden dişlerini karıştıran birisi ile bir kez daha karşılaşmamak için var olan bütün yolları deniyoruz.
Aslında hayatımızın bundan sonraki dilimini daha düzenli geçirebilmek adına kurtulmaya çalıştığımız daha pek çok alışkanlığımız var ancak bu alışkanlıklardan belli bir zaman dilimi içerinde kurtulmanın daha sağlıklı olacağını düşündüğümüzden frene yavaş yavaş basıyoruz zira ani bir fren aracın yoldan çıkmasına sebep olabilir kaygısını taşıyoruz.
Sıradan alışkanlıkları değiştirmenin ve asgari ölçüde vazgeçmenin ne naşı var nede zamanı, Neticede yaşadığımız süreç “herkesin kendi hayatı” ve biz hayatımızın bundan sonraki diliminde sıradan olan alışkanlıklarımızı bizi mutlu kılan alışkanlıklar ile değiş tokuş etmek adına büyük bir gayret sarf ediyoruz.
Herkese de “Sıradan olan alışkanlıklarımızdan kutulun “çağrısı yapıyoruz, Zira biliyoruz ki “En büyük mesafeler küçük bir adımla başlıyor”