Yanlış hatırlamıyorsak ilkokul bitirmiş orta okula kayıt için gün sayıyorduk.
Kars’ın Selim ilçesinde 65735 sicil numarası ile yol çavuşu olarak görev yapan babam bir akşamüzeri “Çocuklar emir geldi, tayinimiz Erzincan’a dokuz kilometre mesafedeki Altınbaşak tren istasyonuna çıktı, Devlet Demir yolları taşınmamız için bir vagon verecek, hazırlıklara başlayın geç kalmayın” dediğinde bizim için yeni bir hayat başlamıştı.
Zaten üç-beş parçadan oluşan eşyalarımızı iki gün içerisinde topladık, istasyonda çalışan görevliler ile birlikte göçü bir tren vagonuna yükledik, var olan birkaç akraba ve dostumuz ile vedalaştıktan sonra vagonun önündeki trenin kompartmanın birisine 9 nüfus yerleştik.
Tren hareket etti, biz istasyonda kalanlara el sallamaya başlamıştık ki bugün bile gözümüzün önünden gitmeyen bir ayrılık yaşamaya başladık, Daha çok dalmaçyalıya benzeyen Gümüş isimli köpeğimiz hareket eden tren ile birlikte koşmaya başladı.
Biz kompartmanın açık olan penceresinden göz yaşları içerisinde el sallarken Gümüş’te olanca kuvveti ile dili dışarıya çıkmış bir vaziyette koşmaya devam etti, Ancak bir noktadan sonra trenin hızı artıp Gümüş’ün gücü kuvveti kesilince olduğu yerde kala kaldı, bizde gözyaşları içerisinde ilk ayrılığımızı yaşamış olduk.
Saatler sonra Erzincan’a 9 kilometre mesafedeki Altınbaşak tren istasyonuna daha doğrusu halk arasında “Yoğurtçu durağı” olarak bilinen yere geldik, içerisinde bizim ev eşyalarının da bulunduğu vagon tren katarından ayrılarak ikinci bir yola park edildi.
Tren istasyonu dediğimiz yer içerisinde sadece bizim lojman ile babamın gelen trenleri karşıladığı ve uğurladığı ve içerisinde demiryolu malzemelerin bulunduğu bir ofis, hemen yüz metre ilerimize üç sınıflı bir ilkokuldan oluşan iki bina.
Mevsim bugün olduğu gibi kış hemde kara kış, İlk birkaç gün eşyaları yerleştirmek adına sağa sola koşturduğumuz anlar olarak geçti gitti, Yakınlarda bakkal yok manav yok en temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak en ufak bir mekan yok.
İstasyonda o yıllarda elektrik yok, bereket lojmanın içerisinde su ve tuvalet var, uzun kış gecelerinde pil ile çalışan radyoyu dinlemek en büyük lüks.
Alışveriş imkanı olmayınca en temel ihtiyacımız olan ekmek için hemen lojmanın yanında bir kuyu eşip tandır imar ettik, rahmetli annem Erzincan merkezden minibüsler aracılığı ile getirilen çuvallar içerisindeki undan ekmek yapmaya başladı.
Bir sabah gözümüzü açtık ki evin kapısından bile çıkmaya imkan vermeyecek derecede bir insan boyu kar yağmış, Sadece trenlerin geçeceği demiryolu çalışıyor, Kar yağışı dolayısı ile zaten çok az sayıda öğrencisi olan ilkokulda anında tatil edilmiş oldu.
Kahvaltıya oturacağımız an ekmeğin olmadığının farkına vardık, Babam “Dün un için sipariş vermiştim Erzincan merkezden minibüs nerede ise gelmek üzerdir, az daha bekleyelim” dedi.
Böylesi bir kış kıyamette minibüsün gelmesi de nerede ise mümkün olmadığından kara kara düşünmeye başlamıştık ki manyetolu telefon çaldı, Telefonun ucunda Erzurum tarafından gelen ve Erzincan’a gidecek olan tren şefi bize 20 dakika uzaklıktaki istasyondan arıyor “Server çavuş yoğun kar yağışı dolayısı ile senin istasyonda durmadan geçeceğiz haber vereyim dedim bir ihtiyaç varmı..?” diye sorduğumda “ Evde ekmek yok un siparişi verdik ama bu soğukta ulaşım zor o yüzden sen Erzincan’a geçer geçmez 10-15 tane ekmek ile 15-20 kilo makarnayı Erzincan’dan gelecek olan trenin makinistine ver biz ondan alırız” cevabını verdi.
Biraz sonra Erzurum tarafından gelen tren hışımla önümüzden geçti gitti, bizde aç susuz birkaç saat sonra Erzincan’dan trenle gelebilecek ekmek ve makarnaların hayalini kurmaya başladık.
Bir saat sonra geleceği söylenilen trenin hava şartları dolayısı ile 3 saat rötar yapacağı söylendi, ama daha da önemlisi Erzincan tren istasyonundan bizi arayan tren şefi “ –Server Çavuş ekmek ve makarnaları aldık ancak kötü hava şartları dolayısı ile tren durunca yerinden kalkmakta zorlanıyor, bu yüzden sizin oradan geçerken ekmek ve makarnayı trenden aşağıya atacağız, atarken takip edin ekmek ve makarnalar kaybolmasın” şeklindeki bizi bir kez daha hayal kırıklığına uğratan kara haberi verdi.
Akşam saatlerine doğru herkes açlıktan bitap düşmüş bir vaziyette sağa sola savrulmuşken içeriye giren babam “-Hemen üstünüzü başınızı sıkı sıkı giyinin dışarıya çıkın tren 10 dakika sonra buradan geçecek trendekiler ekmek ve makarnaları atarken çok dikkat edin, zaten açlıktan ölmek üzereyiz bir de ekmekler karın altında kaybolmasın” talimatını verdi.
Şener Şen’in “Selamsız Bandosu” isimli nefis sinema filmini hatırlayanlar vardır “Selamsız adlı kendi halinde bir Anadolu kasabasının belediye başkanı olan Latif Şahin, gazetede okuduğu bir haberde Cumhurbaşkanı'nın trenle Anadolu'yu gezeceğini ve gezi sırasında yol üzerindeki kasabalara uğrayacağını okur. Latif bu haberi heyecanla karşılar ve derhal belediye meclisini toplayıp Cumhurbaşkanı'nı karşılamak için bir tören düzenleme kararını alır. Bir törenin olmazsa olmazıysa bandodur. Şimdi herkes bir araya gelip kasabanın bir bandosu olması için elinden geleni yapmak zorundadır. “
Bizde babamdan bu talimatı alınca Cumhurbaşkanını istasyonda bekleyen Selamsız bandosu üyeleri gibi bir anda dışarıya döküldük ve bizim açlığımızı giderecek ekmek ve makarnaları getirecek treni beklemeye başladık.
Biraz sonra tren büyük bir gürültü ile yaklaştı tam önümüzden büyük bir hızla geçerken açılan camdan önce bir file içerisindeki ekmeklerin sonrada paketler içerisindeki makarnaların fırlatıldığını ancak önümüze düşmesi planlanan malzemelerin bir taraftan hesaplanamayan trenin hızı bir taraftan tipi halindeki kar yağışının rüzgarı dolayısı ile sağa sola serpildiğine şahit olduk.
Tren saniyeler içerisinde önümüzden geçip gittiğinde karşılaştığımız manzara Hazreti Ömer’in “Dağlara buğdaylar serpin, Müslüman ülkede kuşlar aç’ demesinler.” ifadesindeki noktaya gelmişti, Daha önceden sözleştiğimiz gibi hepimiz bir taraftan karın altına üstüne dağılmış ekmek ve makarnalara doğru hücum ederken bizimle birlikte başta kargalar olmak üzere isimlerini ve cinsini bilmediğimiz kuşlarda ekmek ve makarnaya doğru hücuma geçtiler.
15-20 dakikalık olağanüstü bir mücadele sonrasında kuşlardan kurtarabildiğimiz ve kar altından çıkartabildiğimiz parçalar haine gelmiş ekmekleri ve paketlerin içerisinden kurtulup paramparça haline gelmiş makarnaları avuç avuç toplayıp eve girdiğimizde herkes elindeki ekmeğin hemen hemen yarısından çoğunu midesine indirmiş durumdaydı.
İlk anın verdiği şaşkınlık sonrasında ateşin üzerinde fokurdayan kaynar suyun içerisine düşer düşmez üzerine döktüğümüz yoğurt ve tereyağ eşliğindeki makarnamın tadını bugün bile unutmuş değiliz.
O gün gece yarısına kadar kaç tabak makarna yediğimizi bizde hatırlamıyoruz, Ertesi sabah uyandığımızda ilk işimizin şartlar ne olursa olsun Erzincan’dan en az dört çuval un getirmek olduğunu bunu yapmadığımız takdirde karşı karşıya kaldığımız açlığı tekrar yaşayacağımızı tüm ev halkı ile paylaştık.
O günden bu ana kadar aradan nerede ise yarım asır geçti, biz belki o günden kalma hüzünlü hatıralar sonucu ne zaman normalin üzerinde bir kar yağışı uyarısı alsak ilk işimiz en yakındaki marketten taşıyabildiğimiz kadar makarna ile fırından 3-4 gün yetecek miktarda ekmek almak olur.
Allah hiç kimseyi aç açık bırakmasın..