Batı ülkelerinde yerine getirilmesi gereken bir süreç olarak bilinen seçim bizim memlekette oldum olası “ölüm-kalım mücadelesi” olarak kabul görür, Sandığa gidip oy atmak ve kendisini bir seçim dönemi idare edecek partiyi seçmek gibi son derece basit bir faaliyet bu yüzden her dönem kavgalı-gürültülü bir şekilde sonlanıyor.
Türkiye’de seçime katılan her siyasi partiye mensup siyasetçilerin tamamının "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı" olduğunu unuttuğumuzdan ve onlarında din hanelerinin karşısında "İslam" yazdığı gerçeğini kulak arkası ettiğimizden olsa gerek seçimin yapıldığı pazar günleri sandığa değil de savaşa giden bir psikoloji ile hareket ediyoruz.
Türk insanı siyaseti, siyasete katılmayı ve siyasetin tam orta yerinde olmayı hep sevmiştir, bundan dolayı da bir kere oy verdiği partiye duyduğu muhabbet dolayısı ile olağanüstü bir sevgi ile bağlanır, Partisinin yaptığı yanlışları görmez, görse de yanlışa mutlaka doğru bir kılıf bulur.
Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de anayasal çerçeve sınırlarında kurulan siyasi partilerin görevi iktidarda bulunan partilerin zaaflarını, yapamadıklarını kamuoyu ile paylaşıp kendilerini iktidara getirecek politikaları üretmektir.
Bu gerçeğe rağmen bizim memlekette başarısız olan kişi-kurum ve kuruluşlarda istifa diye bir müessese olmadığından, İktidara gelenlerde “Benden bu kadar, iyi yaptım, kötü yaptım bu aşamadan sonra görevi bırakıyorum” şeklinde bir anlayış olmadığından içerisinde bulunduğumuz ve yıllar yılı bizi perişan eden “kör dövüşü” de bir türlü sona ermiyor.
Bizim memlekette siyasete başlama niyetinde olan kim varsa emokrasiden ve insan haklarından bahsedeceği zaman aklına ilk olarak gelen ABD ile ilgili yüzlerce örnek vermekten kaçınmaz, Hele yaşadığı zaman zarfında bir kere ABD’ye gidip orada birkaç ay kalmışsa vereceği örnekleri dinlemeye asla doyum olmaz.
İşte bizim siyasetçilerin yönetim sistemine aşık oldukları ABD’de bilindiği gibi siyaset yapmak için yola çıkan ve seçmenin teveccühü ile iktidara gelen bir “Başkan” için o makamda kalacağı süre iki dönem yani on yıldır.
ABD’de de iktidara gelen siyasetçiyi o ülkedeki vatandaş çok sevebilir, daha uzun yıllar bu siyasetçinin başkan olarak iktidarda kalmasını da arzu edebilir ancak oradaki sistem siyasetçiye “Sen çok ileri görüşlü birisin, Bir dönem iktidara geldin, çok güzel çalışmalara da imza attın, yaptığın güzel çalışmaların yarıda kaldığına seçmen de inanıyorsa seni bir dönem daha iktidara getirebilir, ancak şartlar ne olursa olsun üçüncü bir dönem daha kesinlikle mümkün değildir” diyerek başarılı bir on yıl geçiren siyasetçiyi teşekkür ederek görev yaptığı Beyaz Saray’dan kendi evine uğurlar.
ABD bu yüzden dünyanın süper gücü, her on yılda bir başkanlığa seçilen siyasetçi gideceği zamanı bildiği için kendisini görev yaptığı zamanı iyi değerlendirmek zorunda olduğunu çok iyi biliyor, ona göre davranış sergiliyor.
Bizim memleketimizde ise sürekli sözünü ettiğimiz demokrasiyi bir türlü özümseyemediğimiz için kim varsa demokrasinin merkezi olarak kendisini görüyor, bir şekilde oturduğu makamdan aşağıya inmemek adına var olan bütün argümanları kullanmaktan bir an olsun geri durmuyor.
Siyasetçi kendi koltuğunu sağlama almak adına hiç gerekli olmayan bir dil kullanınca kendisine gönül veren kitlelerde o söylem etrafında toparlanmaktan ve liderin kullandığı üslubun daha sertini söylemekten asla geri durmuyorlar.
Sonrası malum
“Sen benim liderime söz söyledin,
-Sen bizim partimizin aleyhine konuştun,
-sen bizim parti politikalarımızın tersini iddia ettin,
-sen vatan hainisin,
-sen daha çok hainsin,
-sen Müslüman değilsin,
-sen din düşmanısın
-Sen ajansın
-Sen dış güçlerin maşasısın
şeklindeki hakaretler birbiri ardına sarf edilince kavga ve çatışma kaçınılmaz oluyor.
-Böyle bir siyaset ikliminin bulunduğu memlekette huzuru nasıl bulacağız,..?
-Dostluk-arkadaşlık-komşuluk gibi değerleri nasıl koruyacağız,..?
-Karşımızdaki kişilerinde bir dünya görüşü olduğunu, o kişi yada kişilerin fikirlerine asla katılmasak bile saygı duymak zorunda olduğumuzun farkına ne zaman varacağız..?
Allah aşkına..
Seçim çalışmaları sırasında liderlerin yaptıkları konuşmalara hiçbir diyeceğimiz yok, elbette ki kendilerinin seçilmesini sağlayacak faaliyetlerini sonuna kadar kamuoyu ile paylaşmaları gerekiyor, ancak bunu yaparken yani kendi hak ve hukukunu savunurken Türkiye Cumhuriyeti anayasasının güvencesi içerisinde kurulan diğer siyasi partilerin ve bu parti liderlerinin hak ve hukukunun da sonuna kadar savunulması gerekiyor.
-Aynı mahalledeki insanlar bugünlerde kavgalı,
-Nerede ise 40 yıldır yan yana ticaret yapan, birbirinin cenazesine giden,
-Bayramlarda boynuna sarılan esnaflarda n birisi yan komşusunu “Vatan haini” olarak biliyor,
-selam sabah vermiyor.
-Aynı ülkenin sınırları içerisinde yaşayan, aynı vergi dairesine vergi veren,
-Aynı camide secde eden,
-aynı yemek masasının etrafından türküler söyleyen,
-şiirler okuyan dostların
her seçim öncesi en yakınındakileri “Vatan ahini” olarak görmesini nasıl izah edeceğiz.?
İnanın şaşırmış vaziyetteyiz.
İşin kötü ve acınası tarafı sözünü ettiğimiz olumsuzluklar her seçim dönemi biraz daha rahatlayacakken daha da sertleşiyor,
bizi daha olumsuz bir seçim iklimi ile karşı karşıya bırakıyor,
Dünyada var olan diğer ülkelerin insanlarına daha iyi bir hayat sunmak adına bambaşka buluşlara imza attığı şu günlerde bizim birbirimiz ile sırf particilik adına kavga yapmamızı kime nasıl anlatacağımız ile ilgili gerçekten en ufak bir öngörümüz kalmadı.
İstediğimiz sadece huzur,
istediğimiz siyasetinin kavgadan uzak durması,
talebimiz kısır çekişmeler yerine hayatımızı kolaylaştıracak, işçinin, köylünün, esnafın, emeklinin hayat standardını yükseltecek adımların atılmasıdır.
Zaten anlaşılacağı gibi bizim talep ettiğimiz hayatı siyasetçilerin yerine getirememesi yüzünden bu tür belalar ile karşı karşıya kalıyoruz,
zira hepimizin kabul edeceği gibi ekonomik durumu olan, iyi hayat yaşayan insan beladan, musibetten uzak duruyor , normal yaşantısını devam ettirmenin mücadelesini veriyor.
Bir an önce normale dönmemiz gerekiyor.