“Kar yağar bardan bardan /
yollar kapandı gardan /
ne gelen var ne giden /
haber gelmedi yardan/
kar yağar kar üstüne /
çıktım duvar üstüne /
meğer ki kör olmuşum /
yar sevem yar üstüne/
kar yağar ayazlanır /
gün doğar beyazlanır /
o yar bana gelince /
hem sever hem nazlanır”
Son bir kaç gündür son dönemlerde hiç rastlamadığımız yoğunlukta kar yağışı var, bir taraftan kar yağışı dolayısı ile zaten karman çorman olan trafik iyiden iyiye içerisinden çıkılamaz bir hal alırken diğer taraftan barajların nerede ise yüzde yüze yaklaşan doluluk oranı dolayısı ile yazın susuz kalmayacağımız için duyduğumuz memnuniyet var.
Dün öğlen saatlerinden itibren yavru vatan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinden misafirlerimiz vardı, Bir taraftan heyecanla misafirlerimizi bekliyor diğer taraftanda aralıksız yağan kar yağışı dolayısı ile nerede ise on dakikada bir değişen hava koşulları dolaysısı ile endişe duyuyorduk, Misairlerimiz geldi akşam saatlerinde bir taraftan onlarla yemek verken bir tarfatnda camdan içimize huzur veren kar yağışını seyrediyorduk.
Dışarıda harika bir şekilde yağan karı seyrederken bizim yaş grubumuzda olupta Sivas/Bostankaya yöresine ait yukarıda sözlerini yazdığımız türküyü bilmeyen nerede ise yok gibi olduğunu düşündük.
Bizim küçüklüğümüzde özellikle kış mevsiminde yapılan düğünlerde evlerin geniş odalarında daha çok bayanların el ele vererek “Kar yağar bardan bardan” şeklinde başlayan türküyü çocuk aklımızla dinler bir anlam veremememize rağmen pür dikkat kesilirdik.
Türkiye bilindiği gibi dört mevsimin aynı anlarda yaşandığı muhteşem bir ülke, ancak kabul etmek gerekir ki yurdumuzun diğer bölgelerine nazaran doğu ve güneydoğu Anadolu bölgelerimiz daha çok kar yağışı alır ve nerede ise sekiz ay karla kaplı bir coğrafyada yaşamanın hayatta kalmanın mücadelesini verir.
Bizim oralarda evlere daha çok “Dam” denir, dolayısı ile “Damdan dama atlar yar”,”Dam üstünde çul serer” ile başlayan yüzlerce türkü yada destan içerisinde kimse “Ev” ibaresini kullanmaz, “Dam” ile ilgili hikayeler, destanlar uzun kış gecelerinde birbiri ardına tekrarlanır durur.
Biz ilkokula gittiğimiz günleri hatırlarız, Kar yağışının bırakın insanı evlerin üzerini kapatacak şekilde yağdığı, sabah saatlerine evinden çıkmak isteyenlerim kapısını açabilmek için öncelikle metrelerce yükseklikteki karı “Kürümek” zorunda kaldıklarını biliyoruz.
Kar yağışının olağanüstü boyutlarda olduğu o zamanlar bizde köydeki pek çok çocukluk arkadaşımızla birlikte metrelerce yükseklikteki kara bata çıka bin bir zorlukla komşu evlerin damlarına çıkar, O zamanlar sadece binanın üzerinde “mertek” denilen ağaçların üzerine içeriye ışık gelsin diye monte edilmiş camın üzerine taşıyabildiğimiz kadar karı yığar karanlıkta kalan ev halkının “Ulan falancanın yehdileri.!!!” şekkindeki feryatlarını duyar duymaz bir başka komşunun damına doğru ilerlemeye çalışırdık.
O hiç durmadan devam eden kar yağışı dolayısı ile evden çıkamadığımız salı akşamları özeldi tüm aile efradı için. Salı akşamları rahmetli annem yatakları erkenden serer, Rahmetli babam kendi yatağının üzerine oturur, radyoyu yanına alır, Ümit Kaftancıoğlu’nun hazırladığı “Gönül Telimizi Titretenler” programı başlar başlamaz “Sükut olun” şeklinde komut verdikten sonra programını girişindeki “Gâhî Arzu, gâhî Kamber… Gâhî Mecnun, gâhî Leyla… Öyle ya, her âşığın bir âhı vardır…” anonsunu adeta bütün ev halkı bir marş gibi tekrar eder, ancak programın tam orta yerinde hemen hepimiz uyumuş olurduk.
Kar yağışının yoğun olduğu zamanlarda şu an bile tadını asla unutmadığımız tandır ekmeği vardı,
Hamurunu hazırlamanın ve pişirmenin çok zahmetli olduğu tandır ekmeğini rahmetli annem bir sanatçı edası ile pişirir,
Fırınlarda pişirilen ekmeklere benzemeyen hem lezzeti güzel hem de çabuk bayatlamayan, uzun süre muhafaza edilebilir olan tandır ekmeğinin pişirilmesinden sonra aralarında bizimde olduğumuz 6-7 çocuğun birden ayaklarını tandırın içerisinde salladığımız andan itibaren o sıcaklığın verdiği huzur ve güveni anlatabilecek kelimelerin olmadığına inanıyoruz.
Yukarıda yazdığımız örneklere onlarcasını, yüzlercesini eklemek mümkün,
Ancak ne yazarsak yazalım, ne yaparsak yapalım, bizim için olağanüstü sayılabilecek o muhteşem hatıraları da tekrar yaşamanın mümkün olmadığını da biliyor, çok ama çok üzülüyoruz.
Örnek vermeye çalıştığımız zamanın üzerinden en az 50 yıl geçti, biz o toprakları , o coğrafyayı terk ettik ve işin kötüsü kar yağışını da o coğrafyada bıraktık.
Şimdilerde herkes ellerindeki akıllı telefonlarından Meteoroloji genel müdürlüğün nerede ise dakikada bir geçtiği “Dikkat yoğun kar geliyor, dikkat kar Edirne’den giriş, yaptı, dikkat İstanbul kar altında kalacak” uyarılarını dikkate alıp önlem alıyor, her şey tamam ama olmayan tek şey kar yağışı.
İklimler değişti, Kar eskiden olduğu gibi yine Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemize yağıyor, Marmara’da kar yok, Ege’de kar yok, Akdeniz’de kar yok, herkes balkonlarda bekliyor, bir an heyecanla “Kar başladı” şeklinde heyecanlı bir ses yükseliyor, sonrası yok diye ümitisizliğe kapılırken şimdilerde hiç durmadan devam eden aralıksız kar yağışı ile karşı karşıya kaldık.
Dün gece misafirlerimizi uğurladıktan sonra gece 01.00 gibi eve geldik, tam eve gireceğimiz anda kendi kendimize " Yksel Ercan bir daha bu şekilde lapa lapa yağan kar bulamayabilirsin" diye düşündük ve ellerimiz cebimizde hiç durmadan yağan karın altında
“Kar yağar bardan bardan /
yollar kapandı gardan /
ne gelen var ne giden /
haber gelmedi yardan/
kar yağar kar üstüne /
çıktım duvar üstüne /
meğer ki kör olmuşum /
yar sevem yar üstüne/
kar yağar ayazlanır /
gün doğar beyazlanır /
o yar bana gelince /
hem sever hem nazlanır”
türküsünü belki onlarca kez tekrarlayarak büyük bir keyifle söyleyip durduk.
Bir tarafta lapa lapa kar bir tarafta geçmişin o muhteşem günleri.
Nasıl keyif almayalım ki..