31 Mart tarihinde yapılacak yerel seçime bugün itibarı ile sadece bir gün kaldı, Her seçim öncesi olduğu gibi bizde çağrıldığımız davetlere katılıyor, o davetlerde söz verildiği takdirde elimizden geldiği, dilimizin döndüğü kadar topluma faydalı bilgiler sunmaya çalışıyoruz.
Eskiden olsa hamaset dolu nutuklar atar, Adriyatik’ten başlayıp Çin Seddi’nden çıkar, seferden sefere koşan Serdengeçtiler gibi heyecanlanır dururduk, Ancak şu sıralar konuşma başlar başlamaz farkına varıyoruz ki ne toplumda o heyecan kalmış nede bizde.
Nerede ise son 25 yılımızı konuşma yapmak için gittiğimiz Organizasyonlarda bizi bekleyen pırıl pırıl çocuklarımızın karşısında elimize mikrofonu aldığımızda Merhum Necip Fazıl’ın “Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik…”zaman bendedir ve mekân bana emanettir! ” şuurunda bir gençlik…
Devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık hayatında ilk iki buçuk asrını aşk, vecd, fetih ve hakimiyetle süsleyici; üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını, Allah’ın Kur’an’ında “belhüm adal” dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı; en son yarım asrını da işgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, türkü madde plânında kurtardıktan sonra ruh plânında helâk edici tam dört devre bulunduğunu gören…Bu devirleri yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi… beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir Gençlik…Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün “dikeyleri yatay” hale getirecek bir nida kopararak “mukaddes emaneti ne yaptınız? ” diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik…
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir Gençlik…” şeklinde başlayan ve devam eden ifadelerini okur arkasından da Sakarya Marşının bir tamamını okuduktan ve salonda bulunan bütün katılımcılar ile birlikte “Yüzüstü çok süründün ayağa kalk Sakarya” ibaresini haykırdıktan sonra programı bitirir ve yeni organizasyonlara doğru yol alırdık.
O günlerde Türk milletinin geleceğinin gençlerde olduğunu bilen ideoloji partileri gelecek nesilleri kurtarmak adına tek güvencelerinin yetişmekte olan Gençlik olduklarını bildiklerinden kendilerine yakın ve genç temelli siyasi organizasyonlar kurarak geleceklerini buralardan yetişecek gençlere emanet etmek isterlerdi.
Bu bakımdan MHP’de Ülkü Ocakları, Milli Görüş geleneğinden gelen MSP-RP-FP ve SP içinde Milli Gençlik vakfı çok büyük önem arz ediyordu, Kabul etmek gerekir ki dinini-Devletini seven ve koruyan genç nesillerin yetişmesi adına Ülkü Ocakları ve MGV geçmişten bugüne çok büyük görevler yapmışlardı.
İdeolojinin bıçak gibi keskin olduğu dönemlerde bir taraftan soğuk savaş devam ederken diğer taraftan da Türk milletinin gelecek dönemlere hazırlanması açısından oluşturulan plan ve programlarda Gençlik kuruluşlarını ön plana çıkartarak gelecek günlerin hesabı yapılıyordu.
Böylesi günlerde her ideolojik grup kendi eksinindeki gençlik kitlesini Asım’ın Nesli olarak görüyor ve onları tarif ederken “Asım’ın nesli diyordum nesilmiş gerçek/Kirletmedi namusumu kirletmeyecek” şeklinde son derece önemli bir misyon yüklemekten çekinmiyorlardı.
Derken iki binli yıllara gelindi, Dünyada başlayan ve önüne çıkan herkesi silip süpüren Vahşi Kapitalizm kendisine karşı direnen bütün kitleler ile birlikte Bizim Asım’ın Nesli olarak tarif ettiğimiz gençlerimizi de savurup attı.
İki binli yıların başından itibaren başlayan dejenerasyon sadece Türkiye’yi değil dünyada var olan bütün ülkelerin kültürel hayatını da yerle yeksan etti, Bizi biz yapan değerlerimizden her geçen gün kopartılan gençlerimizin aralarında geçmiş ile olan bütün köprüler tek tek yıkılmaya başlanınca ortaya tüketmekten başka hiçbir amacı olmayan bir gençlik çıktı.
Küresel güçler tarafından başlatılan Kültür Emperyalizminin baskısına bizim yıllar yılı düzeltemediğimiz eğitim sistemindeki aksaklıklarda eklenince düşünmeyen, okumayan, okusa da okuduğunu anlamayan, tarihinden habersiz bir nesil ile maalesef baş başa kaldık.
20 yaşında İstanbul’u alıp çağ açıp çağ kapatan Fatih bugünkü gençlik için yabancı, İstanbul surlarına Vücuduna saplanan oklara rağmen mübarek üç Hilalli bayrağı asan Ulubatlı Hasan bizim gençlerimize yabancı, Ali Şir Nevai yabancı, Piri Reis yabancı, Yavuz yabancı, Karacaoğlan yabancı, Aşık Veysel yabancı, Yüksel Ercan bile yabancı.
Bayrak Şairi Arif Nihat Asya’da bundan yıllar önce bugün bizim taşıdığımız kaygıları taşımış olmalı ki “Öldün mü ey gençlik? Eğer öldünse haber ver: ”Onlara hicviye yazan kalemim sana da mersiye yazsın. Yahut ölmediğini ispat et ki, sana olan büyük imanım sarsılmasın ve sana olan destanım boşa gitmesin.” diyerek endişelerini dile getirmiş.
Bizde Arif Nihat Asya gibi soruyoruz : Öldün mü ey gençlik..?