Normal şartlarda 2023 yılının haziran ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği genel seçiminde işlemesi gereken süreç şöyle olacak.
2023 yılının Mart ayında Seçim kurulu seçim takvimini ilan edecek, Seçime katılma hakkı kazanan siyasi partiler milletvekili adaylarını nasıl belirleyeceklerini YSK’ya bildirecekler.
Partiler milletvekili adaylarını ön seçim yolu ile belirleyeceklerse tayin edilecek bir günde var olan bir spor salonunda hakim gözetiminde başvuru yapmış tüm aday adaylarının sandıktan çıkmasına imkan sağlayacaklar.
Partiler ön seçim yapmayabilir, ismi merkez yoklaması olan bir sistem ile fazla aşağılara inilmeden bir yoklama yapılarak adaylar sıralanabilir.
Yine partiler zaman zaman olduğu gibi bu seferde “Türkiye çok zor bir süreçten geçiyor dolayısı ile ülkenin bekası ile ilgili olarak adayları belirleme yetkisi genel başkana ve başkanlık divanına verilmiştir” denilerek atama ile belirlenebilir.
Geçtiğimiz Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi grup kuracak sayıda milletvekili olan partilerin genel başkanları milletvekillerinin talebi ile aday olurken TBMM’de grubu bulunmayan partilerin gelen başkanları da 100 bin imza ile aday olabildiler.
Bizde her seçim öncesi seçim şartlarının değişmesi nerede ise değişmez bir kanun olmuş durumda, Normal şartlarda seçim öncesi tüm siyasi partiler “ 12 Eylülden kalan bu ucube seçim sistemini iktidara gelir gelmez kaldıracağız seçim barajını kaldıracağız, siyasi partiler yasasını değiştireceğiz” diyarlarsa da aradan 42 yıl geçmesine ve tüm dünya görüşlerine sahip partiler iktidara gelmesine rağmen ancak 3 gün önce “Seçim barajının yüzde 10’dan yüzde 7’ye indirilmesini teklif ediyoruz” şeklinde bir çalışma başlatıldı.
İktidarda bulunan bir siyasi partinin birkaç dönem daha iktidarda kalmak için çaba göstermesi normal karşılanabilir, ancak kendi partisi iktidarda kalsın diye çaba gösterenlerin var olan yada yeni kurulan siyasi partilerin canına ot tıkayacak değişiklikler yapması anlaşılır gibi değil.
Birkaç gün önce açıklanan ve TBMM’ye sunulacağı söylenilen yeni teklif daha çok AK Partinden ayrılan partilerin seçime etkisinin en az noktada olması adına hazırlandığı çok net bir şekilde görülüyor.
Eklenen maddelerden bir tanesi de seçim barajı endişesinden dolayı bir başka partinin listesinden seçilen vekillerin seçim sonrası yeniden kendi partilerine dönüş yolunun kapatılacak olması.
Ancak burada unutulan mesele eğer millet karar vermişse ve verilen bu karar sonrasında muhalefet bloğuna mensup siyasi partiler seçimde çoğunluğu sağladıktan çok kısa bir zaman sonra sayısal üstünlüklerine dayanarak “kendi partilerine dönüş yolunu açacak” değişikliği bir günde yapacaklarıdır.
AK Parti 2002 yılında yapılan seçime 12 Eylül anayasasının hazırladığı siyasi partiler yasası çerçevesinde girdi, Seçmen de o günden sonra pek çok seçimde değişiklik vs dinlemeden AK Partiyi iktidara getirdi.
AK Parti bugün “ya seçimde çoğunluğu kaybedersem” endişesi ile seçim kanununda değişiklik yapıyor ve bu değişikliklerden medet umuyorsa bu yolu kendisinden önce iktidara gelen partilerin denediğini ve o denemelerin büyük çaplı başarısızlıklar getirdiğini asla unutmamalıdır.
Seçmen tüm baskılara ve yönlendirmelere rağmen 1983 yılında Turgut Özal’ı, sonraları “asla başarılı olamaz” denilen Süleyman Demirel’i 03 Kasım 2002 yılında da “Muhtar bile olamaz” denilen Erdoğan’ı en ufak bir tereddüt göstermeden iktidara taşıdı.
Partilerin üst yönetimlerine acizane tavsiyemiz, seçim yasaları ile oynayacaklarına “dün bizi el üstünde tutan ve defalarca iktidara getiren seçmenden bugün neden endişe duyuyoruz.?” sorusuna cevap bulmalarıdır.
Gerisi boş iş..