Gün geçmiyor ki vicdanlarımızı sızlatan, içimizi karartan ve belki de gözlerimizden birkaç damla yaşın akmasına sebep olan; kısacası, bizleri insanlığımızdan utandıran acı, dramatik ve iğrenç bir haberle rastlaşmayalım.
Size, zavallı bir köpeği motorsiklet ya da arabasının arkasına bağlayıp kilometrelerce sürükleyen vicdansızlardan mı bahsedeyim?
Savunma gücünden yoksun ve sindirilmiş bir kadını ya da çocuğu sokak ortasında tekme tokat döven, hatta bıçak ya da kurşun marifetiyle öldüren canilerden mi bahsedeyim?
Evine birkaç ekmek götürebilmek için çalışmak zorunda olduğu işte, patronundan her türlü zulmü gören, horlanan, hakaret edilen ve hatta dövülen zavallılardan mı bahsedeyim?
Haketmedikleri makamlara hasbelkader gelen kifayetsiz muhterislerin, kendi eksikliklerini örtbas ve egolarını tatmin etmek, kıskançlıkları neticesinde işledikleri günahlardan, hatalardan, vefasızlıklardan, yedikleri haram ve kul haklarından mı bahsedeyim?
Kul hakkının tecavüz edildiği ve gayretullaha dokunan hangi olayı ele alırsak alalım, herkesin ortak fikri "Bunu yapanların asla cezasız kalmaması gerektiği" yönündedir.
Yani zalimlerin, vicdansızların, barbarların ve canilerin işledikleri suçların hiç bir surette yanlarına kar kalmaması gerektiği hususu, kamuoyunun ortak beklentisidir.
Gel gör ki bazılarının işlediği kabahat ve suçlar dünyevi kanunlar karşısında çoğu zaman cezasız kalmakta, ya da verilen cüzi cezalar sebebiyle dürüst ve namuslu insanların vicdanları kanamaktadır.
Benim inancıma göre, işlenen hiç bir suç ve kabahat karşılıksız kalmayacak, bu dünyada olmasa bile, hesap gününde herkes Allah'ın şaşmaz adalet terazisi ile yüzleşecektir. Yani, herkes mutlaka ettiğini çekecektir...
Bütün bunları yazarken, aklıma şu yaşanmış hikaye geliverdi;
Vakti zamanında bir derviş berbere gidip, "Vur usturayı berber efendi" der ve berberden saçlarını kazımasını ister.
Berber, dervişin isteği üzerine onun saçlarını kazımaya başlar ve bir tarafı bitirip tam diğer tarafa usturayı vuracakken, mahallenin kabadayısı kapıdan içeri girer.
Kabadayı doğruca dervişin yanına gidip, kafasının kazınmış tarafına sert bir tokat atar:
– Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye bağırır.
"Dövene elsiz, sövene dilsiz" olan, halktan gelen her şeyin Hak’tan geldiğine inanan derviş, sabreder. Fakat kabadayının tıraş esnasında da dili durmaz, sürekli olarak derviş ile alay eder.
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, kontrolden çıkan bir at arabası yokuştan aşağı hızla gelerek kabadayıyı altına alır ve onu metrelerce sürükler.
Arabanın oku göğsüne saplanan kabadayı oracıkta feci şekilde can verir. Gürültüyü duyup hızla dışarı fırlayan berber, gördüğü manzara karşısında afallayarak dönüp dervişe bakar ve sorar:
– Biraz fazla olmadı mı derviş efendi?
Derviş düşünceli bir şekilde cevap verir:
– Vallahi gücenmedim ona, hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, kabağın da bir sahibi var; O gücenmiş olmalı!
İşte böyle dostlarım...
Hadi biz zavallı hayvanlara işkence edenleri, doğayı katledenleri, güçsüz ve mütevazi insanlara karşı zalimlik yapanları ve daha pek çok günahı, hatayı ve suçu işleyenleri derviş misali bir an için görmezden gelelim gelmesine de, peki yüce yaradan bütün bu olan bitenleri görmeyecek mi?
Bu insanlar hiç mi düşünmezler ki, her şeyi yoktan var eden Yüce Allah kullarını asla yalnız bırakmaz?
Ne demiş Yunus Emre;
Olsun be aldırma, Yaradan yardır,
Sanma ki zalimin ettiği kardır.
Mazlumun ahı indirir şahı,
Her şeyin bir vakti vardır…
Esen Kalın...