Sevgili Okurlarım,
Bu hafta sizlerle, birçok filozof ve bilim insanının, birçok edebiyatçının kafa yorduğu ve eserlerinde işlediği "zaman kavramı" üzerine sohbet etmek istiyorum. Bunu yaparken öyle beylik laflar edip sizi yormayacağım. Yapmak istediğim tek şey, zaman denilen şeyin sıradan ve somut bir kavram olmadığını ortaya koymaya çalışmak olacaktır.
Aslında bu hafta başka bir konuyu kaleme almak istiyordum. Fakat birkaç gün önce internette gördüğüm bir paylaşım bende derin düşüncelere sebep oldu. Bu nedenle de bu haftanın konusunu, "zaman kavramının analizi" olarak belirledim.
Hiç şüphesiz ki, dostlarımızla, sevdiklerimizle veya akrabalarımızla görüştüğümüzde sorduğumuz soruların en klişe olanlarından biri, "Zamanın nasıl geçiyor "sorusudur. Bu soruya genellikle;
"İyi, kötü, harika, su gibi, geçmek bilmiyor, acı veriyor" gibi kısa cevaplar verilir
Aynı zaman dilimine ilişkin olarak, kişiden kişiye değişen farklı cevaplar alınır. Yani, herkes zamanı kendi açısından tanımlar.
Peki, aynı kavramla ilgili bir sorunun kişiden kişiye değişen bu kadar farklı cevabının olması nedendir? Bu cevaplardan biri doğru, diğerleri yanlış mıdır?
Bu soruların cevaplarını vermek için, yazımın başında bahsettiğim sözkonusu paylaşıma bir göz atalım. Bu paylaşım, Amerikalı yazar, eğitimci ve din adamı olan Henry van Dyke'ın "zaman" hakkındaki bir sözüydü ve o sözünde Van Dyke zamanın tanımını şöyle yapmaktaydı:
Zaman;
Beklerken çok yavaş,
Geç kaldığında hızlı,
Kederliyken uzun,
Mutluyken kısadır.
Sevgili Dostlarım,
Siz hiç uzun zamandır görmediğiniz ve çok özlediğiniz birinin yolunu beklediniz mi?
Asker yolu gözleyen sevgiliye, zamanın nasıl geçtiğini sordunuz mu?
Ya da ameliyat odasına gönderdiğiniz kızınızın, ameliyattan çıkışına kadar geçen her anı dakika dakika saydınız mı?
Bir türlü geçmek bilmez o durumlarda zaman; saate bakmaktan gözleriniz yorulur. Çok yavaş hareket ediyorlar diye, akrep ve yelkovana kızarsınız anlamsızca...
Bazen de bir yere geç kalıp, yetişebilmek için adeta zamanla yarışırsınız. Bir sınava ya da bir randevuya geç kaldığınızda yaşadığınız durum böyledir. Siz acele ederken saat ta, sanki sizinle yarışırcasına, daha hızlı hareket ediyor gibidir. Bu defa da "çok hızlı hareket ediyorlar" diye kızarsınız, akrep ve yelkovana.
Kederli ve üzüntülü olduğunuz anlarda ise zaman çok uzun gelir. Böylesi gecelerde zaman geçmek bilmez, kederinizden uyuyamaz ve kıvranır durursunuz. Bitsin istersiniz, ama uzadıkça uzar zaman...
Bazen de zaman çok kısadır. Sevinçli ve mutlu anlarınızda zamanın nasıl geçtiğini anlıyamazsınız. Hiç bitmesin istersiniz o anların. Ama malesef, sevinçli anlarınızda zaman çok kısa gelir insana ve çabucak bitiverir.
Oysa böylesi durumlarda saat aynı saat, akrep ve yelkovan aynı ikilidir. Fakat, bazen zamanı belirleyen ne saatttir, ne de başka bir alet; zamanı belirleyen, duygularımız ve psikolojik durumumuzdur.
Hz. Muaviye bir sözünde ne güzel söylemiştir:
"Ey insan! Zaman sensin, sen iyi olursan zaman da iyidir, eğer sen kötü isen zaman da kötüdür."
Değerli Okurlarım,
Bazen içinde bulunduğumuz zaman dilimi, çektiklerimizin ve yaptıklarımızın suçlusu olur. Tıpkı Orhan Veli'nin bir şiirinde söylediği gibi;
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.
Bazen de dertlerimizin ilacı olur zaman; ama içileceği saati biz değil, kendi belirler.
İnsanın hayatında karşılaştığı zorluklar, yaşadığı sıkıntılar, çektiği eziyetler, sorunlar, dertler, üzüntüler ve acılar zaman geçtikçe unutulur derler. Fakat ben bu söze katılmıyorum. Çünkü, zaman sadece alışmayı öğretir, unutmayı asla...
Emmanuel Kant bir sözünde;
"Zaman, sessiz bir testeredir" demiştir.
Moliere de;
"Siz zamanınızı kaybetmiyorsunuz, zaman sizi kaybediyor" demektedir.
Yani her geçen zaman, ömrümüzden ve bizden birşeyler alıp götürür. Farkına bile varmayız çocukluğumuzun bittiğini, gençliğimizin gittiğini ve ihtiyarladığımızın. Çocukluğumuz daha dün gibiyken, "Ne çabuk geçti yıllar" diye hayıflanırız. Hiç farkına varmayız zamanın bizi bir testere misali, yavaş yavaş ve sessizce tükettiğinin...
Weber'in deyişiyle, "Zaman su gibi akıp gidiyor derler halbuki, zaman değil biz geçip gidiyoruz"
Değerli Dostlarım,
Geçip giden ömürde her şeyi vaktinde yapmak gerek. Geciktirilmiş sözler, askıya alınmış hayaller, ertelenmiş itiraflar, gerçekleştirilmeyen buluşmalar size pişmanlık olarak geri dönmeden acele edin.
Biraz da kendinize zaman ayırın. Çoluk çocuk var, daha çok param olsun, kariyer yapacağım gibi mazeretlere sığınarak geç kalmayın. Birgün bir bakmışsınız, bazı şeyler için artık çok geç kalmışsınız. Artık ne yapsanız nafile...
Son söz:
Hepimiz, kaybettiğimiz ya da ulaşamadığımız şeyler için zamanı suçlarız. Oysa, zaman konuşsa, hepimiz utanırız...
Esen Kalın Dostlarım...