Çok Değerli Dostlarım,
"Ehem-mühim meselesi" malesef hep göz ardı ettiğimiz, çok önemli bir mevzudur.
Günlük hayatta bazılarımızın kullandığı, "Ehem mühimme müreccahtır." şeklinde, eskilerden kalma çok güzel bir söz vardır.
"En önemli, önemliye tercih edilir." manasına gelen bu söz, insan kararları ve tutumlarındaki önemli bir prensibi ifade eder.
Bu prensibe göre, bir iş yapılırken, düşünceler ve görüşler sıraya konulurken en önemlileri başa almak gerekmektedir.
Fakat ne yazık ki, hayatımızdaki en önemli kararları alırken bile, bu prensibe uygun hareket etmiyoruz. Çok önemli meseleler kenarda dururken, daha önemsiz meselelere öncelik veriyoruz. Bunun başlıca sebebi de, hayatımızla ilgili bir planımızın olmayışı ve cehaletimizdir.
Böyle olunca da, İslamın ve Hz. Peygamber'in "haram lokma yemeyin ve israf etmeyin" emirlerine kulak tıkayan Müslümanların, Peygamberimizin sünneti diye her yemeğe tuz ile başlama yarışına girmeleri gibi garip bir durum ortaya çıkmaktadır.
Değerli Okurlarım,
Öncelik meselesi siyasette ve devlet yönetiminde de çok önemlidir. Siyaset, sinirlere sahip olma sanatıdır. Siyasette, akıl duyguların önünde yürümelidir. Duygular aklın önüne geçmeye başlamışsa, neyi ne zaman söyleyeceğini ve hangi eylemleri öncelikle yapıp hangilerini sonraya bırakacağını doğru tespit edemezsin. Bu da siyaset ve yönetimdeki başarı şansını azaltır ve siyasi ömrü kısaltır. Bununla ilgili olarak Osmanlı Tarihinden örnek bir olayı size aktarmak istiyorum. Bu olay, "Bazı Fetöcü hainleri neden hemen asıp kesmiyoruz, neyi bekliyoruz" diyenlere de güzel bir cevap mahiyetindedir:
Fatih Sultan Mehmet'in çocuk yaşındaki ilk Padişahlığı zamanında, Osmanlı'nın en başarılı sadrazamlarından Sadrazam Çandarlı Halil Paşa, ona olmadık zorluklar çıkarmış, hatta küçük padişahı pes ettirmek için yeniçerileri isyana bile teşvik etmiş ve sonunda küçük Mehmet tahtı bırakmak zorunda kalmıştı.
19 yaşında gerçek padişah olunca, Çandarlı'dan bunların intikamını alır diye beklenen Fatih Sultan Mehmet, hiç öyle bir şey yapmadı ve Çandarlı ile 3 yıl daha çalıştı.
Nihayet İstanbul alındı ve ertesi gün Çandarlı'yı makama çağırdı. Geçmişteki ihanetlerini Onun yüzüne tek tek saydı ve boynunu vurdurdu..
Bu durum karşısında, etraftakiler hayret ve dehşet içinde kaldılar.
"Yahu Padişahım madem bu adamdan intikamın vardı, 3 yıl niye bekledin?" diye sordular.
Cevap:
Söylediklerinizde haklısınız. Normalde üç yıl beklemeden, tahta çıkışımın hemen ertesi günü Onun boynunu vurdurmam gerekirdi, fakat, önceliğim İstanbul'u almaktı. Bunu yapmak için, yaşım ve tecrübem yetersizdi ve bu ihtiyarın devlet tecrübesine ihtiyacım vardı. Madem İstanbul'u aldım, artık ona ihtiyacım kalmadı."
Sevgili Dostlarım,
Anlattığım bu hadise, 15 Temmuz sonrasında Cumhurbaşkanımızın takınmış olduğu tavırla bire bir örtüşen bir hadisedir. Hatırlanacağı gibi, 15 Temmuz hain darbe girişimi gerçekleştikten sonra Fetöye karşı büyük bir mücadeleye girişilmişti. OHAL kararnameleriyle yüzbinlerce kamu görevlisi kamudan ihraç edilmiş ve özel kesimde de büyük operasyonlar yapılmıştı. Ancak, Fetönün siyasi ayağına bir türlü dokunulmamış ve bu durum hepimiz tarafından, biraz öfke ve biraz da şaşkınlıkla karşılanmıştı. Çünkü, milletin meclisinde de bazı fetöcülerin olduğunu ve bazı belediye başkanlarının bu yapı ile doğrudan ya da dolaylı olarak iltisaklı olduklarını herkes biliyordu.
"O halde bunlar neden hala görev başındalar? Devletin gücü sadece garibanlara mı yetiyor?" gibi bir sürü soru günlerce milletin kafasını kurcalayıp durdu. Oysa ki bizlerin bilmediği ve göz ardı ettiği bir husus vardı. Düşman pusuda fırsat kollarken, devleti zaafa uğratacak ve iktidar boşluğu yaratacak bir temizliğin zamanı değildi. O halde yapılması gereken, devletin de bildiği bu insanları, kontrollü bir şekilde bir süre daha görevlerinde tutmak olmalıydı. Tayyip Erdoğan da aynen böyle yaptı. Bunlarla uğraşmak yerine, öncelikle devleti yeniden yapılandırmak gibi daha önemli işleri halletti. Zamanı geldiğinde de bu siyasilerden ve yöneticilerden bazılarını istifaya zorlayarak, bazılarını da seçimlerde aday göstermeyerek devletten tasfiye etti ve etmeye de devam ediyor. Ümidim odur ki, 2019 yılındaki yerel seçimlerde de, geri kalan yöneticileri ve siyasileri kamudan tasfiye edecektir. Bu konuda unutulmaması gereken şey, devletin her zaman 18 yaşında olduğudur. Yani, devletle kim karşı karşıya gelirse gelsin ve Devlete ihanet etsin, kaybetmeye ve yok olmaya mahkumdur. Devlet asla unutmaz...
ODTÜ'DE PANKART KEPAZELİĞİ...
Değerli Okurlarım,
Bizler üniversiteleri bilim yuvaları olarak bilir ve bu eğitim kurumlarından aydın, akıl sahibi ve bilimsel açıdan gelişmiş insanların mezun olduğunu düşünürüz. Hal böyle iken geçen hafta, adını bilimsel başarılardan çok, skandallarla duyduğumuz Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ)'de yine bir rezalet yaşandı. Sözde mezuniyet törenini siyasal şova çeviren bazı öğrenciler, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a karşı akıl almaz hakaretler içeren pankartlar taşıdılar.
Her fırsatta kısıtlanan özgürlüklerinden, demokrasi ve medeniyetten bahseden bu sözde öğrenciler, Sayın Erdoğan'a hakarette sınırları zorlarken, Muharrem İnce'ye de methiyeler düzdüler.
Bilim ve akademide başarı göstermek yerine, sürekli imza attığı skandallarla gündeme gelen ODTÜ'deki bu olayı şiddet ve esefle kınıyorum.
Yaşanan bu hadise bana, usta şair Abdurrahim Karakoç'un şu beyitlerini hatırlattı:
İlim adamıyım der, araştır mason çıkar,
Dört makale yazmışsa dördü de fason çıkar,
Hele bir araştır bak aslını-astarını,
Büyük dedesi Yorgi, babası Mişon çıkar...
Esen kalın sevgili dostlarım...